Malaga’dan sonra ikinci durağımız Ronda oldu. Malaga’dan bindiğimiz tren, bizi 1 saat 50 dakika içinde İspanya’nın tarihi ve en eski kentlerinden biri olan Ronda’ya getirdi. İlk kez geldiğim ilginç konumu olan bu şehri doğrusu merak ediyordum. Fotoğraflarını gördüğümde etkilenmiş ve bu yüzden programa almıştım. İyi ki almışım, gezerken gördüğüm yerlerden büyük keyif aldım; çok sayıda fotoğraf çektim.
Trenden indikten sonra, kent merkezindeki otelimize kısa sürede ulaştık. Hotel San Francisco, herkese önerebileceğim bir konaklama tesisi. Fiyatı da çok uygun. Üç kişilik oda kahvaltı hariç 55 Euro.
Otele yerleşmenin ardından, önce öğle yemeğimizi yedik. Ardından zaman kaybetmeden kenti keşfe çıktık. 30 derece dolaylarında sıcak bir hava olmasına rağmen, kenti gezmek zorundaydık; çünkü buraya sadece bir günümüzü ayırmıştık.
Ronda yaklaşık 35 bin kişinin yaşadığı küçük bir kent. Eski kentin tümü yürüyerek rahatça gezilebiliyor. Deniz seviyesinden 750 metre yüksekteki bu kentin ilginç bir konumu var. Aşağıda Guadalevin nehrinin aktığı bir kanyon ve onun yukarısında kayalar üzerine kurulmuş bir şehir Ronda. Bu şehrin konumunu daha iyi anlamak için, kenti ikiye bölen 120 metre yükseklikteki Puente Nuevo’ya (Yeni Köprü) çıkmak gerekir. Buradan seyredeceğiniz manzara tek kelimeyle muhteşem. Eğer kendinizde gerekli gücü buluyorsanız, özellikle gün batımında aşağıdaki kanyona kadar inip, bir de köprüye ve etrafında sıralanmış beyaz evlere oradan bakmanızı öneririm. Gerçekten bu yorgunluğa değiyor.
Ronda’da Gezilecek Yerler :
* Plaza de Toros :
Adından da anlaşılacağı gibi bu meydanda boğa güreşlerinin yapıldığı arena yer alıyor. 1784’de yapılan bu arena, İspanya’daki arenalar içinde en güzellerinden biri. 7 euro ücret karşılığında gezilebiliyor. Boğa güreşlerinin Ronda’da doğduğu ve Endülüs’ün bir diğer kenti Sevilla’da kişiliğini kazandığı söylenir.
Ortada bir boğa heykeli olan meydandan, kayalar üzerinde yükselen beyaz evleriyle kentin güzel bir panoramik görüntüsü hakim.
* Plaza de Espana – Puente Nuevo :
Belediye Sarayı’nın bulunduğu Plaza de Espana’nın hemen bittiği noktadan başlayan Puente Nuevo, 120 metre yüksekliğinde, üç kemerli güzel bir köprü. 1735-1793 yılları arasında yapılmış olan köprü kenti ikiye bölüyor.
* Mondragon Sarayı :
Zamanında Katolik kralların ikamet ettiği bu saray, iki küçük avlusu ve magribi tarzı mozaiklerle süslü revaklı verandası ile görülmeğe değer. Ücret karşılığı ziyaret edilebiliyor. Yalnız biraz erken, saat 15.00 gibi kapanıyor.
* Santa Maria la Mayor Katedrali :
Katedral Ronda’nın en hoş meydanlarından biri olan Plaza de la Duquesa de Parcent’te yer alıyor. 13. yüzyıla ait bir caminin yerine yapılmış olan katedralin çan kulesi, minarenin üzerine konulmuş sekizgen bir kattan oluşuyor.
* Casa del Rey Moro :
18.yüzyıla tarihlenen bu konak, Endülüs tarzı bahçesiyle dikkat çekiyor. Ama asıl ilginç olan, kayaya oyulmuş 365 basamaktan oluşan bir merdivenden vadide akan Guadalevin nehrinin yanına kadar inilmesi.
* Almocavar Kapısı :
Magripliler zamanında (13-14 yüzyıllar) kentin ana giriş kapısıymış. Günümüze kadar çok iyi korunmuş.
* Ronda’da Yeme – İçme :
Öğle yemeği yediğimiz Tropicana, çok lezzetli burgerleri ve özenli servisi ile beğendiğimiz bir mekan oldu. Burger bir Japon sığır cinsi olan Wagyu beeften yapıldığı için, fiyatı biraz yüksek. 14 Euro ödüyorsunuz ama verdiğiniz paraya değiyor. Mekan küçük, ilgi büyük olunca, önceden rezervasyon yaptırmakta fayda var.
Akşam yemeği yediğimiz, kentin merkezindeki Plaza del Socorro’daki La Taberna adlı tapas bar da, tavsiye edeceğim bir diğer mekan. Tereyağında pişirilmiş acılı karides ve sarımsak ve domates sosuyla hazırlanmış bacalao (bir cins morina balığı) çok başarılıydı.