Sabah saatlerinde Cadiz’den ayrılıp, yolumuz üzerindeki Jerez de la Frontera’yı gezdikten sonra, yine trenle Sevilla’ya devam ettik. Akşamüstü saatlerinde artık Endülüs bölgesinin en büyük ve de en güzel kentindeydik. Sevilla İspanya’nın Madrid, Barselona ve Valencia’nın ardından dördüncü büyük kenti. 700 bin civarında bir nüfusa sahip. Bugüne kadar birkaç kez gittiğim ve her gidişimde de büyük keyif aldığım tarihi bir şehir burası. Kent oldukça iyi korumuş; çok sayıdaki tarihi eseriyle sanki bir açık hava müzesi.
Kent merkezine Santa Justa tren istasyonunu önündeki duraktan geçen 21 ya da 32 nolu belediye otobüsleriyle 15 dakikada ulaşılıyor. Otobüs bileti otobüste alınıyor; 1,40 euro.
Endülüs turunda Sevilla’ya iki gün ayırmıştık. Merkezde Roquecentro adındaki apartman dairesinde kaldık. Burası en çok hoşumuza giden yer oldu. Bir kere ev sahibi İsabel son derece samimi, içten ve güler yüzlü biriydi. Bizi çok iyi karşılayarak gereken ilgiyi gösterdi. Dört kişinin kalabileceği büyüklükteki daire ise tüm beklentilerimizi karşılayacak konfora sahipti. Böyle bir daire için günlük 75 Euro ödedik; üç kişi kalındığında gayet uygun bir fiyat.
Sevilla yürüyerek her tarafını rahatça gezebileceğiniz bir şehir. Buraya minimum iki tam gün ayırmalısınız; çünkü görülmesi gereken epey yer var. Gezmeye başlamadan önce, turizm ofisinden bir şehir planı edinip, kendinize bir rota çizerek kenti gezmekte fayda var; böylece zamanı en iyi şekilde kullanmış olursunuz.
Biz gezmeye nehir kıyısından başladık. Denize kıyısı olmayan Sevilla’dan geçen Guadalquivir Nehri, kente ayrı bir güzellik ve hava katıyor. Kentin 1852’den kalma en eski köprüsü Puente Isabel II’ye çıkarak, buradan çok güzel manzara fotoğrafları çekebilirsiniz.
Kentin merkezi nehrin kuzeyinde kalıyor. Güneyi ise daha çok rezidansiyel alan. Burada bir zamanlar çingene mahalleleriyle ünlü Triana semti var. Eskiden burası flamenkonun mabediymiş. Nehrin diğer tarafı ise boğa güreşlerinin yapıldığı, 14 bin kişilik kapasitesiyle İspanya’nın Madrid’ten sonra ikinci büyük arenasının (Plaza de Toros de la Maestranza) bulunduğu El Arenal semti. Maestranza Tiyatro ve Opera Binası da, yine burada, Altın Kulenin çaprazında kalıyor.
Sevilla sadece tarihi eseriyle göz kamaştıran bir kent değil. Yeşil alanları, güzel meydanları, tapas barları, restoranları, kafeleri, en güzel Flamenko danslarını izleyebileceğiniz mekanları ve ışıl ışıl gecesiyle canlı, yaşayan bir kent. Bu yüzden İspanya’ya gelen herkesin mutlaka ziyaret etmesi gereken yerlerin başında geliyor.
Sevilla’da Gezilecek Yerler :
* Altın Kule (La Torro del Oro) :
Sevilla’nın sembollerinden olan Altın Kule, Fas’tan gelen Almohadlar (Muvahhitler) döneminde, 1220’de inşa edilmiş. Guadalquivir kıyısındaki kulenin, kentin savunmasını nehir tarafından güçlendirmek için, bir gözcü kulesi olarak yapıldığı söylenir.
* İspanya Meydanı (Plaza de Espana) :
Sabah gezimize kent merkezinden yürüyerek ulaştığımız İspanya Meydanı’ndan başladık. Maria Luisa Parkı içindeki bu güzel ve geniş meydan, Sevilla’ya gelen turistlerin ziyaret ettiği yerlerin başında geliyor. Meydan 1929’da düzenlenen EXPO için yapılmış. Yarım daire şeklindeki meydanın çevresindeki seramik panolar, İspanya’nın 50 kentini temsil ediyor. Önündeki gölet üzerinden geçen dört köprü ise, dört büyük krallığı sembolize ediyor. Meydan 1928’de kral III.Alfonso döneminde tamamlanmış.
* Amerika Meydanı (Plaza de America) :
Maria Luisa Parkındaki bir diğer görkemli meydan. Yine Amerika Kıtası ülkeleriyle birlikte İspanya ve Portekiz’in de katılımıyla Sevilla’da 1929’da düzenlenen EXPO için yapılmış. Meydanın sağında neo Rönesans mimari üslubuyla inşa edilmiş Arkeoloji Müzesi, onun karşısında ise neo mudejar tarzında inşa edilmiş Halk Gelenekleri ve Sanatları Müzesi yer alıyor.
* Murillo Bahçeleri – Santa Cruz Mahallesi :
Buraya gün batımına doğru gittik. Alcazar’ın hemen arkasındaki Murillo Bahçeleri’ndeki çeşitli ağaçlar rengarenk çiçekleriyle çok hoş bir görüntü sunuyordu. Bahçe girişinde Kristof Kolomb’un bronzdan gemisiyle bir anıtı yer alıyor. Bilindiği gibi Kolomb 1492’de Amerika’ya Sevilla’dan hareket etmişti. Bahçelere Sevilla’nın yetiştirdiği en ünlü ressamlardan Murillo’nun adı verilmiş.
Bahçenin yanından Santa Cruz Mahallesi’ne çıkılıyor. Daracık labirent gibi sokaklarıyla Sevilla’nın en eski ve en güzel mahallesi burası. 1492’de Yahudiler İspanya’dan çıkarılana dek burası eski Yahudi mahallesiydi (Juderia). Bugün ise avlulu konutları, demir parmaklıklı pencereleri, küçük hoş meydanları, hediyelik eşya satan dükkanları, yemek yiyebileceğiniz ve bir şeyler içebileceğiniz çok sayıdaki restoran ve barlarıyla mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer.
Santa Cruz’un daracık sokaklarından, kentin merkezi olan Virgen de los Reyes Meydanı’na çıkılıyor. Çevresindeki göz alıcı yapıları ve ortasında yer alan çeşmesiyle güzel bir meydan burası. Meydanın kuzeyinde tapas barların ve restoranların sıralandığı Mateos Gago sokağı uzanırken, güneyinde Katedralin meşhur çan kulesi Giralda yer alıyor.
* Katedral ve Giralda :
İspanya’nın en büyük, Hıristiyan dünyasının ise Vatikan’daki San Pietro ve Londra’daki Saint Paul’ün ardından üçüncü büyük katedralini daha önce birkaç kez gezme fırsatı bulmuştum. Bu gelişimde kızım ve eşimle birlikte bir kez gezdim ve yine o göz kamaştıran güzelliğine hayran kaldım.
12.yüzyıl sonlarında Fas’tan gelen Almohadlar’ın yapmış olduğu Ulu Cami yerine inşa edilmiş. Sevilla’nın Katolik Kralların eline geçtiği 1248’den 1400’lerin başına kadar eski haliyle katedral olarak kullanıldıktan sonra, 1401-1506 yılları arasında gotik stilde yeniden inşa edilmiş. Magribi tarzda yapılmış olan camiden geriye katedralin çan kulesi Giralda ile çıkıştaki Patio de los Naranjos (Portakallar Avlusu) kalmış.
98 metre yükseklikteki Giralda, caminin etkileyici güzellikteki minaresi üzerine yapılmış. Şehrin büyüleyici manzarasını tepeden seyretmek için, Giralda’ya rampadan yürüyerek çıkmak gerekir. Ben ilk gelişimde bir kez çıkmıştım; tavsiye ederim. Hem katedrale giriş, hem de kuleye çıkış ücretli.
Katedralin bir köşesinde Kristof Kolomb’un 1899’da Havana’dan getirilen lahdi var. Lahidin etrafında Kastilya, Leon, Aragon ve Navarra gibi dört Katolik krallığı temsil eden heykeller göze çarpıyor.
Katedralin en güzel kısmı Capilla Mayor (Büyük Şapel). Tam merkezdeki şapelin iç duvarları 44 rölyef pano ile süslenmiş.
* Alcazar (Kraliyet Sarayı) :
Katedral ile birlikte Sevilla’nın en çok ziyaret edilen ve görülmeğe değer tarihi yapısıdır. Çoğu zaman önünde uzun kuyruklar oluşsa da, içeride görülecek saray ve bahçeler için bu sıkıntıya değer. Giriş ücretli, 11,50 Euro.
Sarayın ilk yapılışı Kordoba halifesi II.Abdurrahman dönemine (844 yılı) kadar gider. Burası Endülüs Emevi devleti döneminde Sevilla’daki idarecilerin ve ziyaretleri sırasında halifenin rezidansıydı. Sevilla Katolik Kralların idaresi altına girdikten sonra, Kral I Pedro 1364’de eski sarayı kopya ederek, Müslüman ustalara mudejar (İspanyol gotik mimarinin Arap motifleriyle birleşiminden ortaya çıkmış sanat üslubu) tarzında şimdiki sarayı yaptırdı. Burası mudejar üslubun İspanya’daki en iyi korunmuş ve en etkileyici örneğidir. Gerçekten taş oymaları, seramikleri, stükoları ile bir harika. Hayran olmamak mümkün değil.Granada’daki Elhamra Sarayı ile de benzerlikler taşıyor; ondan esinlenilmiş.
Sarayın en güzel mekanlarından biri, kemerli revaklarla çevrilmiş Patio de las Doncellas (Genç Kızlar Avlusu). Bir diğer güzel kısım ise, sarayın en eski mekanlarından biri olan ve ahşap oymalı kubbesi ile dikkat çeken Salon de los Embajadores (Elçiler Salonu).
Saraydan sonra Alcazar Bahçeleri geziliyor. Gerçekten seyrine doyamayacağınız güzellikte bir bahçe.
Burada bahsettiklerimin dışında, Sevilla’da görmeye değer diğer yerler arasında Hospital de la Caridad, San Salvador Kilisesi, Casa de Pilatos, Plaza Nuevo ile Belediye Sarayı, ünlü mimar Santiago Clatrava’nın tasarladığı Alamillo Köprüsü, Macarena ve Triana semtleri sayılabilir.
Sevilla’da Flamenko :
İspanya’ya gelip de Flamenko dans gösterisi izlemeden dönülmez. Bence bunun için en iyi adres Sevilla. Ben de Endülüs turu yaptığım zaman grubuma, bu showu Sevilla’da izlettiriyorum.
Her ne kadar birçok mekan olsa da, bu son gidişimde ilk kez izlediğim bir showdan çok etkilendim. Casa de la Memoria adlı lokalde Flamenko Show günde iki defa yapılıyor. Saat 19.30 ve 21.00’de. Dans gösterisi bir saat sürüyor. Diğer mekanlardaki gibi içecek ikramı yok. Yalnız fiyat çok uygun, kişi başı 18 Euro; öğrenciler ise 15 Euro ödüyor. İşin güzel tarafı küçük bir mekanda yapıldığı için erkek ve kadın sanatçının tüm hareketlerini çok yakından görüp etkileniyorsunuz. Çok beğenilen bu mekanın önünde sürekli kuyruk oluyor. Yerler sınırlı olduğu için önceden rezervasyon yaptırmakta fayda var.
El Palacio Andaluz ve El Arenal, fiyatların çok daha yüksek olduğu ama Flamenko showun yaklaşık 1 saat 30 dakika kadar sürüp; bir içeceğin fiyata dahil edildiği diğer beğenilen mekanlar.
Sevilla’da Yeme – İçme :
Eğer çok uygun fiyata lezzetli tapaslar yemek istiyorsanız, Santa Cruz mahallesindeki Bodega Santa Cruz adlı tapas barı şiddetle öneririm. İlk gidişimizde çok beğendiğimiz bu mekana ikinci gün öğlen yine gittik. Mekan küçük olup, bir de çok tercih edilince epey kalabalık oluyor. Birçok kişi tapaslarını ayakta yemek zorunda kalıyor. Biz şansımıza her iki gidişimizde de oturacak yer bulmayı başardık. İspanya’da genelde geç yemek yendiğinden, öğlen 13-14, akşam ise 19-20 arası gitmenizi tavsiye ederim. Tapasların listesi barın hemen yanındaki panoda fiyatlarıyla birlikte yazılı. Servis çok hızlı.
Tapaslardan sıkılanlar için, Santa Cruz mahallesindeki Osteria L’Oca Giuliva adlı İtalyan lokantasını önerebilirim. Pizza ve makarnaları lezzetli; fiyatlar 9-14 Euro arasında değişiyor.