Tag

bulgaristan

Browsing

Bugüne kadar Avrupa’nın neredeyse tamamını gezmiştim. Geriye sadece iki ülke kalmıştı. Bunlardan biri Moldova, diğeri ise Bulgaristan’dı. Türkiye’ye çok yakın olan bu iki ülkeyi, ilginçtir ama en sona bırakmıştım. Oysa Lyon’daki öğrencilik yıllarımdaki, Fransa’dan Türkiye’ye otobüsle geldiğim dönemlerde, birçok kez Sofya’dan geçip Kapıkule’ye girdiğimi hatırlıyorum. Sonunda kararımı verdim ve komşu ülke Bulgaristan’ı esaslı bir şekilde gezmeme imkan sağlayacak on günlük bir rota çıkardım. Turuma Filibe’den (Plovdiv) başlayıp Burgaz’da bitirecektim. Oradan da İstanbul üzerinden İzmir’e dönecektim. Bulgaristan yakın olduğu için, uçak yerine otobüsle gitmeyi tercih ettim. Bunun üzerine İzmir’den Akbulut Turizm’in otobüsüyle 10 Ekim 2017 tarihinde yola çıktım. Otobüsteki yolcuların çoğunluğunu Bulgar göçmenleri oluşturuyordu. Otobüs önce Türklerin yoğun olarak yaşadığı Hasköy’e (Haskovo) uğrayıp, oradan da Kırcaali’ye devam edecekti.  Güzel geçen bir yolculuk sonrası sabah saat 05.15’de Hasköy’e vardık. Burada inip, Arda Tur’un saat 06.15’te kalkan otobüsüyle, bir saat süren bir yolculuğun ardından Filibe’ye ulaştım. İlk işim daha önce rezervasyon yaptırdığım Alliance Hotel’e yerleşip, biraz dinlenmek oldu. Bulgaristan’ın en güzel şehri olan Filibe’yi bir an önce keşfetmek için sabırsızlanıyordum.

Genel Bilgiler  :

* Son verilere göre, Bulgaristan’ın nüfusu yaklaşık 7,4 milyon.
* Sofya, 1879 yılından beri Bulgaristan’ın başkenti. Nüfusu 1 milyon 270 bin civarında.
* Resmi dil Bulgarca. Kiril alfabesiyle yazılıyor. Rusça ülkede konuşulan ikinci dil.  İngilizce bilenlerin sayısı ise oldukça az. Özellikle üniversite eğitimi almış genç nüfus içinde  İngilizce bilenlere rastlanıyor.
* Nüfusun yaklaşık %87 kadarı Hıristiyan Ortodoks. %13 dolaylarında da Müslüman nüfus var.
* Para Birimi, Bulgar Levası (BGN).  2017 Ekim ayında 1 Euro = 1,955 BGN ve 1 USD = 1,665 idi.
* Türkiye ile saat farkı yok.
* Siyasi rejim Parlamenter Demokrasi.
* Ülkeye Schengen Vizesi ile girilebiliyor. Olmayanların Bulgaristan Konsolosluğu’ndan vize alması gerekiyor.

Bulgaristan’a Ne Zaman Gidilir :

Karasal iklimin hüküm sürdüğü; kışların soğuk, yazların ise sıcak ve kuru geçtiği Bulgaristan’ı gezmek için en iyi dönem, Ekim ve Mayıs aylarıdır.

Bulgaristan’a Nasıl Gidilir :

Uçak, rahat ve hızlı bir ulaşım aracı olması açısından, özellikle Sofya’ya gidecekler tarafından düşünülse de, Bulgaristan’daki gezilerine Burgaz, Varna ya da benim gibi Filibe’den başlayacak olanlar otobüsü tercih edebilirler.

İzmir’den Akbulut Turizm’in her gün saat 17.15’te hareket eden otobüsü var. Otobüs Hasköy üzerinden Kırcaali’ye kadar gidiyor. Hasköy’e (Haskovo) sabah saat 5.15’de varıyor. Ücreti 2017’de 80 TRY idi.

Ayrıca Burgaz ya da Varna’ya gidecek olanlar, İstanbul’dan Nişikli firmasının otobüslerini tercih edebilirler. Ben Burgaz’dan İstanbul’a bu firmanın otobüsüyle döndüm. Yolculuk 6 saat sürdü. Bunun dışında İstanbul’dan Sofya, Filibe, Varna, Burgaz gibi kentlere seferi olan Metro Turizm olduğunu biliyorum.

Bulgaristan’da Ulaşım :

Bulgaristan’da bir şehirden diğerine geçerken genelde otobüsü tercih ettim. Onun dışında tren bir diğer alternatif. Ayrıca daha rahat gezmek isteyenler, gittikleri ilk yerden araba kiralayarak yollarına devam edebilirler.

Bulgaristan Tarihi :

Ülkenin ilk sakinleri Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Traklar. MÖ.8. yüzyılda Sofya’yı bir Trak kabilesi olan Serdiler kurmuş.
MS.1. yüzyıldan itibaren Romalılar Trakya’yı fethetti. Daha sonra ise ülke Bizans egemenliğine girdi. Romalılar zamanında Sofya’nın ismi Serdica idi.
6 ve 7. yüzyıllarda kuzeydoğu Avrupa’dan Slav kabileleri geldi.
681-1018 I.Bulgar Krallığı dönemi.
9 ve 10. yüzyıllar Bulgaristan Krallığı’nın Altın Çağı. Ülkeye Hıristiyanlık bu dönemde girdi. 865 yılında Prens I.Boris, Cyril ve Metodius’un müritleri olan Kliment ve Naum’un telkinleriyle Hıristiyan dinini kabul etti.
1018-1185 Bizans işgali
1185-1396 II.Bulgar Krallığı dönemi ve Veliko Tarnovo’nun yeni krallığın başkenti olması.
1396-1878 yılları arasında Bulgaristan Osmanlı hakimiyeti altında kalıyor.
1879–1944 III.Bulgar Krallığı dönemi ve Sofya’nın başkent oluşu.
1912-1913 Osmanlı Devleti’ne karşı Balkan Savaşları
1914-1918 İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve Avusturya-Macaristan yanında olan Bulgaristan, kaybeden taraf oldu.
1944’de Kızıl Ordu Bulgaristan’a girdi.
1991’de Sosyalist rejimin yıkılmasının ardından, Bulgaristan Türk azınlığa yönelik asimilasyon politikalarını terk ederek, Türkiye ile ilişkilerini oldukça olumlu bir temele oturtmuştur.
2007’de Bulgaristan Avrupa Topluluğu’na ilk adımı attı.

Bulgar Halkı :

Bulgaristan’da bulunduğum sürece en ufak bir olumsuzlukla karşılaşmadım. Aksine gerektiğinde Bulgar halkından gerekli ilgi ve yardımı gördüm. Ayrıca 2000’li yıllar öncesini bildiğim Bulgaristan’ın, özellikle Avrupa Topluluğu’na adım attıktan sonra, her yönden geliştiğini söyleyebilirim.

Bulgaristan’daki UNESCO Dünya Mirasları :
*Boyana Church
*Madara Rider
*Rock-Hewn Churches of Ivanovo
*Thracian Tomb of Kazanlak
*Ancient City of Nesebar
*Pirin National Park
*Rila Monastery
*Srebarna Nature Reserve
*Thracian Tomb of Sveshtari
*Ancient and Primeval Beech Forests of the Carpathians and Other Regions of Europe

 

Trakya Ovası’nda tepeler üzerine inşa edilmiş Filibe, Bulgaristan’ın Sofya’dan sonra ikinci büyük kenti. Nüfusu 330 bin civarında. Diğer Bulgar kentleri gibi Filibe de yaklaşık 500 yıl Osmanlı toprağı olarak kalmış. Mimarisi son derece hoş, güzel bir kent. Özellikle eski kent tam bir açık hava müzesi. Buradaki yapılar günümüze kadar çok iyi korunmuş. Kaldırım taşlı yokuşlu sokaklarında dolaşırken keyif aldığımı söyleyebilirim.

2019’da Avrupa Kültür Başkenti olmaya hak kazanmış. Filibe’nin eski kentinde birbirinden güzel evler bulunuyor. Dönemin zengin tüccarlarına ait 19. yüzyıla tarihlenen mimarisi göz alıcı bu evler günümüzde müze haline getirilmiş. Bazıları ise kafe ve restoran olarak bugün hizmet vermekte. Bu evlerin bir kısmını bu seyahatim sırasında gezme fırsatını buldum. Ahşap işlemelerine, oymalarına ve mobilyalarına hayran kaldım.

On gün süren Bulgaristan seyahatimde Filibe’ye, Bachkovo Manastırı gezisi ile birlikte bir buçuk gün ayırdım.

Bulgaristan - 1.jpg

Filibe’de Gezilecek Yerler  :

* Antik Tiyatro  :

Tepenin yamacında yer alan bu tiyatro, MS.2. yüzyılda Roma İmparatoru Marcus Aurelius tarafından inşa ettirilmiş. 1980 yılında eski bir evin yıkılması sonucunda ortaya çıkarılmış 6 bin kapasiteli antik tiyatroda günümüzde festivaller, konserler, temsiller organize edilmektedir.

* Cuma Camii  :

Şehrin merkezindeki dokuz kubbeli bu cami, Sultan I Murad tarafından 1364’de yapılmış. Bu yüzden Hüdavendigar Cami olarak da biliniyor.
Erken Osmanlı mimarisi özelliklerini taşıyan camide, dış cephesindeki taşlar arasına yatay tuğla döşenmesinden dolayı Bizans etkilerini görülüyor. Cami özellikleriyle Bursa Yeşil Cami ve İznik Hüdavendigar Camii ile benzerlik gösterir.
Cuma Caminin ön tarafındaki meydanda 30 bin kapasiteli olduğu söylenen ve Roma İmparatorluk dönemine tarihlenen bir stadyum kalıntısı yer almaktadır. Yapılan restorasyon sonrasında, stadyumun on dört mermer sırası gözükmektedir.

* Sveta Bogoroditsa (Bakire Meryem) Katedrali  :

1844’de buradaki küçük ortaçağ kilisesi yıkılıp, yerine üç nefli bu bazilika inşa edilmiş. 1880’de buna Rus desteğiyle pembe-mavi bir çan kulesi eklenmiş.
Katedralin içindeki resimler, ikonlar, freskler ve renkli camlar bugün de korunmaktadır. Girişte yer alan freskler Osmanlı karşıtı politik mesajlar içerir. Bulgar Ortodoks azizlerinin yanında Özgürlük Hareketinin liderleri sıralanmış. Sağda rahip, entelektüel ve köylüler, Türk kırbacı karşısında kol kola verirken, solda Bulgar öğretmen ve öğrenciler resmedilmiş.

* Lamartine Evi  :

İsmini 1833’de burada üç gün konaklayan ünlü Fransız şair Lamartine’den almış. “Doğu’ya Seyahat” adlı eserine konu olan gezileri sırasında Lamartine burada konaklamış. Ev günümüzde Bulgar Yazarlar Birliği’ne aittir.

Bulgaristan - 3.jpg

* Stepan Hindliyan Evi  :

En güzel müze evlerden biridir. Dış duvarları mavi çiçek motifleriyle süslenmiş olup, bir  bahçeye bakıyor. Ev 1835-1840 yılları arasında, varlıklı bir Ermeni tüccarı ve girişimci olan Stepan Hindliyan için inşa edilmiş. Zengin süslemeli iç kısmıyla, Eski Kent’teki en iyi korunmuş evlerden biri. İç kısımdaki duvar resimleri Hindliyan’ın gezdiği şehirleri tasvir ediyor.

Bulgaristan - 4.jpg

Bulgaristan - 4A.jpg

* Nikola Nedkovich Evi  :

Bu müze-ev 1863 yılında, Avrupa klasik mimari tarzıyla, Nikola Nedkovich ismindeki bir tekstil tüccarı için inşa edilmiş. Mobilyaları, işlemeli ahşap tavan ve kapısıyla dikkat çeker.

* Balabanov Evi  :

Son sahibi odun tüccarı Luka Balabanov olan ve bugün de onun ismiyle tanınan bu güzel ev, 19. yüzyılda inşa edilmiş. Odaların konumu, ana merdiveni ve resimli nişleriyle tipik Plovdiv mimarisini yansıtıyor. Zaman içinde harap olan ev, 1935’te yıkılmasının ardından, 1976-1979 yılları arasında yeniden inşa edilmiş. İlk kattaki odaların mobilyaları, nişleri ve tavandaki ahşap oymalar Bulgar Rönesansı stilinde. Günümüzde burada geçici çağdaş resim sergileri, konferanslar, toplantılar ve tiyatrolar düzenlenmektedir

* Etnografya Müzesi  :

1847 yılında zengin bir Ermeni tüccar olan Kuyumcuoğlu için mimar Hadzhi Georgi tarafından inşa edilmiş olan bu Rönesans tarzı güzel konak, 1952’de restore edildikten sonra Etnografya Müzesi olarak hizmet vermeye başlamış.
20 odalı bu ahşap konağın üst katında oval tavanlı büyük bir salon ve bu salonun etrafında  odalar yer almaktadır. Ahşap işlemeli tavanı göz alıcıdır.

Bulgaristan - 7.jpg

Filibe’yi gezerken, göz kamaştıran bu yapıların yanı sıra, Empresiyonist Ermeni aslı ressam Zlatyu Boyadzhiev’in resimlerinin sergilendiği 19. yüzyıla tarihlenen galeriyi, Plovdivli meşhur sanatçı Dimitar Kirov’un adını taşıyan evi, Aziz Konstantin ve Elena Kilisesi’ni, İkon Müzesi’ni  ve diğer tarihi evleri görebilirsiniz.

Bulgaristan - 8.jpg

Alexandrovska Caddesi, Yeni Kenti Eski Kente bağlayan ana yaya yoludur. Akşamın ilerleyen saatlerinde tenhalaşsa da, gündüz oldukça hareketlidir. Binaların renkli hoş cepheleriyle birlikte, mağazalar, kafeler, restoranlar, sinemalar sıralanmıştır.

Bulgaristan - 9.jpg

Kentin kuzeyinden Meriç (Maritsa) Nehri geçiyor.  Eskiden kalenin yer aldığı Nebet Tepe’ye çıktığınızda, Meriç Nehri ve şehrin etrafını gözlemleyebilirsiniz.

* Bachkovo Manastırı   :

Filibe’nin 29 kilometre güneyinde, Rodop Dağları yamaçlarındaki ormanlık bir alan içinde yer alan Bachkovo Manastırı bence ziyaret edilmelidir. Buraya Rodopi otobüs terminalinden kalkan minibüsle ulaşılıyor. 30 dakika içinde orada oluyorsunuz ve minibüsten indikten sonra geriye yukarıdaki manastıra doğru uzanan yaklaşık 600 metrelik yolu tırmanmak kalıyor.

Manastır, Bizans ordusunda komutan olan Gürcü kardeşler Grigori ve Abbasi Bakouriani tarafından 1083’de kurulmuş. 15. yüzyılda Osmanlı işgali sırasında harap edilmesinin ardından, 17. yüzyılın ilk yarısında yeniden inşa edilmiş.
Özellikle manastırın ana kilisesi olan Sveta Bogoroditsa (Azize Meryem Kilisesi)freskler bakımından oldukça zengin. Ayrıca girişte sağda 1310 tarihli Meryem’i mucizevi ikonu Ortodokslar için çok kutsal.

Bulgaristan - 10.jpg

Filibe’de Yeme – İçme  :

Filibe’de oturup bir şeyler içebileceğiniz çok sayıda güzel kafe var. Bunlardan biri de Cuma Cami karşısındaki, meydana bakan Türk kafeteryası Djumaia. Türk çayı ya da kahvesi içmek için uğrayabileceğiniz bir mekan.

Börek, döner, köfte, dolma, pizza gibi Türkiye’den alışık olduğumuz çok sayıda lezzeti bulabileceğiniz Filibe’de, benim güzel bir akşam yemeği için favori mekanım Salt & Pepper.  Eski Kent’in biraz kuzeyinde, Meriç Nehri yakınındaki bu şık mekan, kentin en iyi restoranlarından biri. Yemekleri kadar, servisini de başarılı buldum.

Bulgaristan - 12.jpg

Filibe’den sonra gezimin ikinci durağı başkent Sofya oldu. Sofya, Bulgaristan’ın doğusunda, Vitoşa Dağları eteklerinde yer alıyor. 500 metreye varan rakımıyla, Madrid’ten sonra Avrupa’nın ikinci yüksek başkenti.

Kente varışımla birlikte, merkezdeki Slavyanska Beseda Hotel’e yerleştim. Burayı tercih edecek olanların 4 ya da 5.inci kattaki yenilenmiş odalardan birinde kalmasını öneririm.

Sofya, Filibe gibi sevimli bir kent değil. Hatta soğuk, mesafeli olarak nitelendirebileceğim bir kent. Kozmopolit bir yapısı var. Bulgaristan’ın en büyük kenti olmasına rağmen, yürüyerek rahatça gezilebiliyor. Ben de bir yerden bir yere ulaşırken, çoğu kez yürümeyi tercih ettim. Bazen de, özellikle daha uzak mesafeler için tramvay ve troleybüsü kullandım.

Kentin en hareketli, canlı yeri Vitoşa Caddesi. Burası bir yaya yolu. Cadde üzerinde restoranlar, barlar, kafeler, mağazalar ve çeşitli dükkanlar sıralanmış.
Filibe kadar olmasa da, 1950’li yıllardan kalma Sovyet dönemi yapıları bir kenara bırakacak olursak, yine de Sofya’nın mimari güzel yapılarıyla görülmeye değer bir kent olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca birbirinden güzel parkları ve ağaçlandırılmış sokaklarıyla oldukça yeşil bir kent.

Sofya’ya Nasıl Gidilir   :

Bulgaristan’ın birçok şehrinden Sofya’ya otobüs seferleri var. Ben Sofya’ya Filibe’den geçtim. Filibe’nin güneyindeki Yug Terminali”nden kalkan Herbos firmasıyla yaptığım otobüs yolculuğu yaklaşık 2 saat sürdü. Bilet için 14 leva ödedim. Bunun dışında Union İvkoni – Vitosha Express – Arda Tur – Biomet tercih edilebilecek diğer otobüs firmaları. Bir diğer alternatif ise Filibe – Sofya arasında işleyen tren.

Sofya’da Para Bozdurma  :

Sofya’da para bozdurabileceğiniz için çok sayıda döviz bürosu var. Bunlar içinde en iyi kuru veren yerlerden biri, Meclis Binası karşısındaki Radisson Hotel’in yanındaki Aksakov sokağında bulunuyor.

Sofya’da Gezilecek Yerler  :

* Alexandr Nevski Katedrali :

Kentin en görkemli, etkileyici yapılarının başında geliyor. Bu devasa yapı tüm heybetiyle meydanı dolduruyor. Katedrale Ruslar’ın kahramanı Nevski’nin adı verilmiş. Katedral, Bulgarları Türklerin egemenliğinden kurtaran Rus Çarı II.Alexandre onuruna, 1882-1924 yılları arasında aşama aşama inşa edilmiş. Bulgarlar bu katedrali kentin sembolü olarak görmektedir.
Katedralin ana kubbesi ile çan kulesi altın kaplama olup, diğer kubbeleri bakır kaplamadır. İkonların bulunduğu bölüm ise mermer, onyx ve kaymak taşından yapılmıştır.

Bulgaristan - 13.jpg

* Sveta Sofia Kilisesi :

Katedralin biraz gerisinde, meydanın diğer tarafında yer alan bu tuğla yapı, Sofya’nın ayakta kalmış en eski kiliselerindendir. Tarihi Bizans İmparatoru Jüstinyen dönemine (6. yüzyıl) dayanmaktadır.
II.Bulgar Krallığı döneminde kilise Sofya’nın piskoposluğuymuş ve Kutsal Bilgelik unvanı taşımaktaymış. Osmanlı döneminde cami olarak kullanılmış. Yapıya Osmanlı döneminde eklenen minareler iki büyük depremle yıkılmış. 1879’da Bulgaristan’ın bağımsızlığı sonrası kilise restore edilmiş.

* Sveta Nedelya Kilisesi  :

Kentin merkezindeki eski kiliselerden biri. Ortaçağ’da Roma kalıntıları üzerine inşa edilmiş. 1856’da yangın geçirmesinin ardından, yedi sene sonra yeniden yapılmış.
1925’de suikast ile öldürülen bir generalin cenazesi sırasında, komünistlerin bomba koyduğu bu kilisede 123 kişi hayatını kaybederken, yüzlerce kişi de yaralanmış.

Bulgaristan - 14.jpg

* Bamyabaşı Camii :

Sofya’da halen aktif olan tek Müslüman ibadethanesi.  1576 yılında Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş. On beş metre çapındaki kubbesiyle dikkat çekiyor. Hemen yanı başında bir de hamam var. Restorasyon gördükten sonra, iç kısmının orijinalliğini kaybetmiş olduğu görülüyor.

Bulgaristan - 15.jpg

Caminin arka tarafında, fıskiyeli havuzuyla güzel bir park ve görkemli bir yapı olan Sofya Tarih Müzesi bulunuyor.

Bulgaristan - 15A.jpg

*  Sinagog   :

1300 kişilik kapasitesiyle Avrupa’nın en büyüklerinden biri. 1909 tarihli sinagogun magribi tarzdaki tasarımını Avusturyalı mimar Grunager yapmış. 1.Dünya Savaşı yıllarında 5 bin civarında bir Yahudi nüfus yaşamaktaymış Sofya’da. O yıllarda Bulgarlar Almanlar’a karşı Yahudileri korumuşlar.
Hem dışı, hem içi göz alıcı olan sinagog, hal binasının hemen arkasında yer almaktadır.

Bulgaristan - 16.jpg

* Arkeoloji Müzesi  :

Burası 1494’de Büyük Cami olarak inşa edilmiş. Sonrasında minareleri sökülerek 1994’de müzeye çevrilmiş. Bugün arkeoloji müzesi olarak hizmet veren bu yerde Roma dönemine ait heykel, lahit ve mozaiklerin yanı sıra, Ortaçağ ait ikonları, çanak çömlekleri görebilirsiniz.

Bulgaristan - 17.jpg

* Ulusal Tiyatro  :

Fıskiyeli bir havuzun bulunduğu güzel bir parkın karşısında yer alan göz alıcı bir yapı. İyonik başlıklı sütunları ve üçgen alınlığı ile Yunan Tapınağı şeklinde bir girişi olan tiyatro binası, 1907 yılında neoklasik stilde Viyanalı Hemler ile Fellner tarafından inşa edilmiş.

Bulgaristan - 18.jpg

Bu yapıların yanı sıra Sofya’da günümüzde bir kısmı Ulusal Sanat Galerisi, diğer kısmı ise Etnografya Müzesi olarak değerlendirilen eski Kraliyet Sarayı’nı,  Devlet Başkanlığı Binası, Parlamento ve Meclis Binası gibi resmi yapıları, Ulusal Kültür Sarayı’nı, Sveti Georgi Rotunda Kilisesi’ni görebilirsiniz.

* Rila Manastırı :

Sofya’ya yolu düşen herkesin mutlaka gidip görmesi gereken bir yer Rila Manastırı. Gerçekten göz kamaştıran bir yapı. Bulgaristan’daki gezimde en beğendiğim yerlerden biri oldu. Sofya’ya 120 kilometre mesafede. Buraya 13 Ekim 2017 tarihinde Sofya’nın Zapad terminalinden kalkan otobüsle gittim. Günde bir otobüs seferi var. 10.20’de kalkan otobüs, yaklaşık 2 saat 40 dakika sonra manastıra varıyor. Dönüş yolculuğu da aynı otobüsle saat 15.00’de. Bilet fiyatı tek gidiş 11 leva. Merkezin biraz dışında kalan otobüs terminaline, Makedonya Meydanından geçen 5 nolu tramvayla ulaştım.

Otobüsü turistler doldurmuştu. Çoğunluğu İspanyol olan turistlerin yanı sıra İtalyan ve Fransızlar da vardı. Özellikle yolun son 20 kilometresinde muhteşem manzaralara tanıklık ettim. Ormanlık alandan geçerken, sonbahar tüm güzelliğini sergiliyordu. Manastırı da gördükten sonra, bu kadar yolu boşuna gelmemiş olduğumu daha iyi anladım.

Rila Manastırı 10. yüzyılda Aziz İvan Rilski tarafından kurulmuş. Toplumdaki yozlaşmadan kaçıp Rila Dağlarında inzivaya çekilen bu keşiş, bilge ve şifa dağıtan biriymiş. Takipçileri onu manastır kurmaya ikna etmişler. Manastır 15. yüzyılda Osmanlı tarafından harap edilene kadar gelişmiş. Sonrasında Rus kilisesi onarım için destek vermiş. 1833’de büyük bir yangın geçiren manastır, daha sonraki yıllarda yeniden yapılmış.

Manastır 20 metre yüksekliğindeki kale suru benzeri duvarlarla çevrili. Avlunun tam ortasında “İsa’nın Doğuşu Kilisesi” yer alıyor. Kilisenin inşası 1833’de yanan manastırdan iki yıl sonra başlamış. Duvarlardaki İncil’den sahnelerin betimlendiği resimler 19. yüzyıl sanatçısı Zahari Zograf’a ait. Girişin solundaki Meryem ikonu 12. yüzyıldan kalma. Diğerleri ise Samokov ve Bansko okullarından 19. yüzyıl sanatçılarına ait.

Bu güzel kilise dışında, manastır içinde ziyaret edilmesi gereken bir diğer yer de, Hazine Müzesi. Çok değerli eserleri barındıran müzenin başyapıtı, 81 metre yüksekliğindeki 1802 tarihli Rafael Haçı. İncecik gümüş çerçeve içindeki yüz kadar sahne, iğne ile tahtaya oyulmuş. Keşiş Rafael’in eserini bitirmesi 12 yılını almış ve gözlerinin bozulmasına neden olmuş.

Hrelyo Kulesi, doğu ve batı girişleri olan Samokov Kapısı ile Dupnista Kapısı, mutfak kısmı ve Etnografya Müzesi manastırın görülebilecek diğer kısımları.

Bulgaristan - 19.jpg

Sofya’da Yeme-İçme   :

Sofya’da lezzetli yemek yiyebileceğiniz çok sayıda restoran var. Bunlar arasında özellikle öğle yemeği için benim önerim, risotto, pasta, pizza gibi İtalyan yemeklerinin ağırlıkta olduğu Victoria Restaurant. Bir diğer mekan, kentin ana caddesi Vitosha Bulvarı üzerindeki Shtasliveca. Fiyat-Kalite dengesinin çok iyi olduğu bu restoranda akşam yediğim yemek ve servisten çok memnun kaldım. Oldukça büyük olmasına rağmen, özellikle Cuma ve Cumartesi akşamları yer bulmak çok zor. Bu yüzden önceden rezervasyon şart. Bunun dışında Grozd, Check Point Charly başkentteki diğer beğenilen restoranlar.

Canlı folklör müziği eşliğinde klasik Bulgar yemeklerinin yendiği, geleneksel tarzda dekore edilmiş otantik, hoş bir mekan arayanlara, kesinlikle Hadjidragonov’s Houses adlı restoranı öneririm. Yemekleri de, servisi de başarılı. Kentin kuzey batısında, otobüs terminaline yakın olan bu restorana gitmeden önce rezervasyon yaptırmakta yarar var.

19. yüzyılın ikinci yarısındaki Ulusal Uyanış Dönemi evleriyle dikkat çeken 4 bin nüfuslu bu küçük yerleşim  bir müze-kent. Aslında acentelerin tur programlarında yer aldığını bugüne kadar hiç görmedim ama bence ziyaret edilmesi gereken bir yer. Özellikle birbirinden güzel tarihi evleriyle çok sevimli. Yürüyerek birkaç saat içinde gezilebiliyor.

Koprivshtitsa’nın Bulgar halkı için tarihsel bir önemi de var. Osmanlı’ya karşı 1876 Nisan Ayaklanması buradan ilan edilmiş. İlk ateş Türklere burada açılmış. Kasaba o dönemde birçok devrimci lidere ev sahipliği yapmış.

Koprivshtitsa’ya Nasıl Gidilir  :

Koprivshtitsa Sofya’ya 112 kilometre mesafede. Buraya ulaşmak için iki alternatif var. Biri tren, diğeri ise otobüs. Ben trenle gidip, otobüsle geri döndüm.  Önce Maria Luisa Bulvarı sonunda yer alan istasyondan trene bindim. Saat 9.20’de kalkan tren, 11.30’da  Koprivshtitsa’ya yakın bir kasabaya ulaştı. Daha sonra burada trenden inip kalan 13 kilometrelik yolu, istasyonun önünden kalkan minibüsle 15 dakika kadar giderek kasabaya ulaştım.Tren biletine 6,20 leva; minibüse 3 leva ödedim. Dönüşte beni Sofya’ya ulaştıran otobüs ücreti ise 12 leva idi.

Koprivshtitsa’da Gezilecek Yerler :

*Petko Lutov Evi  :

Kıvrımlı büyük çatısı ve dekoratif öğeleriyle Plovdiv mimarisi izlerini taşıyan bu tüccar evi, 1854’te Plovdivli bir ağaç oyma ustasının tasarımıyla ortaya çıkmış. 1906’da ise varlıklı bir süt tüccarı olan Petko Lutov tarafından satın alınarak, Viyana’dan gelme mobilyalarla döşenmiş. Duvar resimlerinde Lutov’un ziyaret ettiği şehirlerden manzaralar tasvir edilmiş.

Bulgaristan - 21.jpg

*Tudor Kablechkov Evi  :

1876 Nisan Ayaklanması lideri Kablechkov’un bu evi 1845’de inşa edilmiş. 16 odadan oluşuyor. Birinci kattaki salonun tavanında güzel bir güneş figürü var.

Bulgaristan - 22.jpg

*Dimcho Debellianov Evi  :

I.Dünya Savaşı’nda cephede hayatını kaybeden sembolist şair Dimcho Debelyanov’un doğduğu ev. İçinde şairin özel eşyaları sergileniyor. Bahçede ise oğlunu bekleyen anne heykeli bulunuyor.

Bulgaristan - 23.jpg

*Lyuben Karavelov Evi  :

Etkili bir yazar, editör ve ateşli bir devrimci olan Lyuben Karavelov’un doğduğu bu ev, iki ayrı yapıdan oluşmaktadır. Kışlık kısım 1810’da inşa edilmiş olup, yazlık kısım 1835’de eklenmiştir. Salı günü hariç, her gün ziyarete açıktır.

Bulgaristan - 24.jpg

*Oslekov Evi   :

Varlıklı bir tüccar olan Nincho Oslekov tarafından 1856’da yaptırılmıştır. Kışlık olarak kullanılan zemin katta tavanlar alçak, pencereler küçüktür. Buna karşın birinci kat yazlık olup, tavanları yüksek ve pencereleri büyüktür.

Erkekler Odası Oslekov’un misafirlerini karşılayıp, iş görüşmeleri yaptığı odadır. Kadınlar Odası’nda ise dokuma tezgahı, ip eğirme tekeri sergilenmektedir. Duvar resimlerinde Oslekov’un ziyaret ettiği yabancı ülkeler tasvir edilmiştir.

Bulgaristan - 25.jpg

Koprivshtitsa’da bu müze evler dışında, Bankovski Evi başta olmak üzere daha birçok mimarisi hoş tarihi ev var. Ayrıca buradaki 1817 yılına tarihlenen Meryem’in Göğe Yükseliş Kilisesi de ziyaret edilebilir.

Yürüyerek üç saatte gezdiğim Koprivshtitsa’da, görmem gereken müze evlere de girip çıktım. Benim için tarihi evlerle dolu bu şehirde yaptığım keyifli bir gezi oldu. Sonrasında kent merkezinden saat 15.10’da kalkan otobüsle Sofya’ya geri döndüm. Bulgaristan’a seyahat etmeyi düşünen gezginlere bu şehri görmelerini öneririm. Kesinlikle beğeneceklerdir.

“Kentlerin Kraliçesi” diye tanımlanan Veliko Tarnovo, Bulgaristan’ın en güzel kentlerinden biri. Kentin içinden ve çevresinden kıvrılarak dolanan Yantra Nehrinin etrafında tepeye doğru kurulmuş. II Bulgar Krallığı döneminde (1185-1393) başkentlik yapmış. Özgür Bulgaristan Devleti’nin ilk Ulusal Meclisinin barındırmış olması, kentin tarihindeki gurur kaynağıdır.

Veliko Tarnovo, gerek ilginç konumu, gerekse yemyeşil çevresiyle dikkat çekiyor. Zaman içinde nüfusun artması şehirde yeni evlerin inşa edilmesine sebep olsa da, eski yapıları doğrusu iyi korumuşlar.

Veliko Tarnovo’yu gezmeye bir tam gün ayırdım. Önce eski kentin sokaklarında dolaştım; daha sonra ise kenti panoramik olarak görebileceğim Tsarevets Tepesi’ndeki kaleye çıktım.

Bulgaristan - 26.jpg

Veliko Tarnovo’da Gezilecek Yerler  :

*Gourko Sokağı  :

Eski kentin bu en güzel sokağı, yılan gibi kıvrılarak uzanıyor. Sokakta 19. yüzyıldan kalma ahşap evler var.

Bulgaristan - 28.jpg

*Sarafina House  :

1861 yılında Gourko sokağında zengin banker Sarafina için inşa edilmiş Rönesans tarzında ahşap bir ev. Bugün Etnografya Müzesi olarak hizmet veriyor.

*Eski Çarşı Sokağı (Sarnovodska Charshiya) :

Veliko Tarnovo’nun çarşısı, dükkanları ve tüccarlar için yapılmış kervansarayı ile 19. yüzyılda büyüyen bir çarşı olmuş. Buradaki kaldırım taşlı Rakovski Sokağı, kente gelenlerin  uğraması gereken bir yer. Özellikle alışveriş meraklılarının ilgisini çekecek olan bu sokakta, hediyelik eşya dükkanları var. Ayrıca çanak çömlek atölyeleri, kuyumcu, fırın, pastane, kafe, restoran gibi birçok dükkan ve işletme mevcut.

*Assen Anıtı  :

II.Bulgar Krallığı kuruluşunun 800.yıl dönümü sebebiyle 1985’de açılmış bir anıt. Anıt 1185-1241 yılları arasında hüküm sürmüş dört çarın heykellerinden meydana gelmiş. Anıtın bulunduğu yere Stambolov Köprüsü’nden geçerek ulaşılır.

*Tsarevets Tepesi (Çarlar Tepesi)  :

Kentin tepesinde kurulmuş olan kale stratejik bir öneme sahipmiş. 1186’da Çar Petur şehri başkent ilan edince, kraliyet sarayı ve aristokrat yerleşim birimleri buraya taşınmış. 1393’de bölge Osmanlı’nın eline geçince, kale de kaderine terk edilerek, zaman içinde enkaz haline gelmiş. Bugün kalede sarayın, evlerin, dükkanların, şapellerin kalıntılarını görebilirsiniz. Surların ise bir kısmı halen ayakta. En iyi korunmuş yapı yaklaşık 30 yıl önce yeniden yapılmış olan en tepedeki Aziz Kurtarıcı Kilisesi.

Girişi ücretli olan kaleden şehrin güzel bir panoramik görüntüsü hakim.

Bulgaristan - 29.jpg

Veliko Tarnovo’ya Nasıl Gidilir   :

Buraya ulaşmak için en iyi yol otobüse binmek. Sofya-Veliko Tarnovo arasındaki yaklaşık 225 kilometrelik mesafeyi otobüs 3 saat gibi bir sürede katediyor. Ben Sofya’dan buraya Bulgaristan’ın en iyi otobüs firması olan Biomet ile geldim. Ücret olarak 22 leva ödedim. Bir diğer alternatif firma ise Union İvconi. Ayrıca bu hatta çalışan başka otobüs firmaları da var.

Veliko Tarnovo’da Konaklama :

Kentin ana caddesi Stefan Stambolov üzerindeki Meridian Hotel Bolyarski’de konakladım. Fiyat-kalite dengesi çok iyi, odası oldukça büyük, temiz, konforlu bir otel. Merkezi olması avantaj. Personeli de her konuda iyi niyetle yardımcı olmaya çalışıyor.

Veliko Tarnovo’da Yeme – İçme :

Burada da Bulgaristan’ın diğer şehirlerinde olduğu gibi iyi restoranlar var. Öğlen yemek yediğim kentin ana caddesindeki Shtasliveca’yı öncesinde Sofya’da denemiş ve memnun kalmıştım. Şimdi de Tarnovo’daki şubesinde yedim ve yine yediğim yemekleri başarılı buldum. Özellikle pizzaları denenmeli. Oldukça büyük bir salonu olmasına rağmen, Cumartesi günü yer bulmak sorun olabiliyor. Rezervasyon yaptırmakta fayda var.

Akşam yemeği için önereceğim bir diğer restoran, eski çarşı sokağı Rakovski’deki Hadji Nikoli Inn. 19. yüzyılda inşa edilmiş eski bir han olan bu restoranın hem kışlık, hem de avlulu yazlık kısmı var. Bulgar ve Akdeniz mutfağından lezzetlerin sunulduğu restoranın yemekleri de, servisi de başarılı.

Veliko Tarnovo’dan Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısındaki kenti Varna’ya geçtim. Sofya ve Filibe’den sonra, 350 bin civarındaki nüfusuyla Bulgaristan’ın üçüncü büyük kenti olan Varna, aynı zamanda önemli bir liman. Türklerin de yaşadığı bu kentte, söylenildiğine göre Varna Üniversitesinde eğitim gören 35 bin öğrencinin % 10 kadarı Türkmüş.

Varna kilometrelerce kumsalları olan bir tatil kenti. Karadeniz bizim kıyılarımızda olduğu gibi burada hırçın değil; aksine çok sakin. Özellikle yazın çok sayıda turist denizden yararlanmak için buraya geliyor. Varna’nın merkezindeki upuzun kum plajından da denize girilebilmesi büyük rahatlık. İnsanlar denizden yaralanmak için arabayla uzun bir yol yapmak zorunda kalmıyorlar. Plajın karşısında ise yan yana restoranlar sıralanmış, özellikle taze lezzetli balık yiyebileceğiniz restoranlar bulunuyor.

Varna gece hayatı da renkli olan bir kent. Gece geç saatlere kadar yollar kalabalık ve tavernalardan gece kulüplerine kadar her türlü eğlence mevcut. İnsan burada kendini tatil modunda hissediyor. Belki de İzmirli olduğum için, ilk geldiğim andan itibaren Varna’da kendimi çok rahatlamış hissettim. Bir gece konakladığım Plaza Otelin kentin ana yaya yolu Slivnitsa sokağı üzerinde olması, benim için büyük kolaylık oldu. Buradan her yere yürüyerek kısa sürede ulaştım. Dükkanların, mağazaların, restoranların, kafelerin bulunduğu bir diğer ana yaya yolu ise Knyaz Boris idi.

Varna’da Gezilecek Yerler  :

*Varna Katedrali    :

Sofya’daki Alexander Nevski Katedrali’nden sonra Bulgaristan’ın ikinci büyük ibadethanesi. Osmanlı’dan bağımsızlığın kazanılmasında rol oynayan Rus askerlerinin anısına, Varna halkının bağışlarıyla 1886’da tamamlanmış. Soğan kubbeleriyle Rus kiliselerini andırıyor.

Bulgaristan - 31.jpg

*Ermeni Kilisesi  :

1842’de inşa edilmiş olan bu kilise 2003’de yenilenmiş. İçerisi son derece sade olan kilisede, Ortodoks kiliselerinde gördüğümüz ikon panosu yok. Sadece duvarlarda kilisenin ithaf olunduğu Aziz Sergis ile Hz.İsa’nın resimleri asılı.

Bulgaristan - 32.jpg

*Aziz Nicholas Kilisesi :

Kilise Rus vatandaşı Paraskeva Nicolau’nun bağışlarıyla inşa edilmiş. 1859’da yapımına başlanan kilisenin inşası 11 yıl sürmüş.

Bulgaristan - 33.jpg

*Arkeoloji Müzesi :

Gerçekten ziyaret edilmeye değer bir müze. Bulgaristan’ın en önemli ve en büyük arkeoloji müzesi. İki kat kırk odadan oluşan şehir merkezindeki müzede, 100 bin kadar tarihi eser sergileniyor. Müze, Bulgaristan’ın geçmişini keşfetmeye öncülük eden Çek arkeolog Karel Skorpil tarafından 1888’de kurulmuş.

Müzedeki en ilgi çekici bölüm, Varna’daki nekropolden çıkarılanlar. 1972’de keşfedilen nekropol, MÖ.4400-4200 arasında kullanılmış. Şimdiye kadar burada 308 mezar ortaya çıkarılmış. Bugüne kadar bulunan altın mücevherler dikkat çekici. Bir tek mezardan 850 parça altın obje çıkarılmış. Bunun dışında müzede Helenistik ve Roma dönemlerine ait objeler sergileniyor. Müzenin üst katı ise, Ortaçağ dönemi eserlerine ayrılmış. Çömlekler, silahlar, takılar, dini objeler gibi… Ayrıca 16-19 yüzyıllara arasına tarihlenen ikonlar var.

Müze Pazartesi hariç, diğer günler saat 10-17 arası ziyarete açıktır. Varna’da yeterince zamanı olanlar, 19. yüzyıla ait tarihi evlerden dönüştürülmüş Etnografya ve Tarih müzelerini de gezebilirler.

Varna’ya Nasıl Gidilir  :

Sofya – Veliko Tarnovo – Varna aynı hat üzerinde batıdan doğuya doğru sıralanmış üç büyük şehirdir. Bu nedenle arka arkaya gezilmeleri uygun olur. Zaten Sofya’dan hareket eden otobüsler önce Veliko Tarnovo’ya uğrayıp, oradan Varna’ya devam ederler.
Ben Veliko Tarnovo’dan Varna’ya Biomet firmasının saat 10.45’de kalkan otobüsüyle geldim. İki kent arasındaki 195 kilometrelik mesafe otobüsle  2 saat 45 dakikada tutuyor. Ödenen ücret 22 leva.

Varna’da Yeme-İçme  :

Varna’ya kadar gelmişken, balık yemeden olmaz. Kentin ana yaya yolu Slivnitsa sokağının hemen biraz ilerisindeki sahilde sıralanmış restoranlardan, fiyatı en uygun olanı Nord. Burada öğlen yediğim bir porsiyon istavrit tava çok lezzetliydi. Yanında soğuk bir bira içerek denizi seyretmek doğrusu keyif verdi. Ödediğim ücret sadece 9 leva (o günün parasıyla 18 lira). Bir de akşam gittiğim El Kapan adlı restoranı öneririm.

Bulgaristan - 35.jpg

Varna’dan Burgaz’a doğru giderken, yaklaşık 10 bin kişinin yaşadığı Karadeniz kıyısındaki küçük liman kenti Nesebar’a uğramak gerekir. 1983’te UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiş bu müze-kent, kesinlikle ziyareti hak ediyor. Ahşap evlerle bezeli Nesebar’ın eski kenti, özellikle taş kiliseleriyle dikkat çekiyor. Bu yüzden “kırk kiliseli kent” olarak tanınıyor. Günümüzde bunlardan sadece 23 tanesi ayakta kalmış.

Kayalık bir yarımada üzerinde Traklar tarafından “Mesembria” adıyla kurulan kent, Yunan ve Roma dönemleri sonrası, Bizans döneminde bir liman olarak önem kazanmış. Daha sonra 1.Bulgar Krallığının bir parçası olunca “Nesebur” adını almış. Güçlenip kültürel ve ticari bir merkez haline gelmesi, 13 ve 14. yüzyıllarda gerçekleşmiş. 1398’de kent Osmanlının eline geçmiş. Osmanlı idaresi altındayken Yunanlı din adamlarının önemli merkezlerinden biri olması, kiliselerin bugüne kadar bakımlı kalmasının nedeni. Bazı kiliseler ise günümüzde sanat galerisine çevrilmiş.

Yıllar önce bir liman olarak etkinliğini Varna ve Burgaz’a kaptıran Nesebar için turizm önemli bir gelir kaynağı. Özellikle yazın burayı ziyaret etmeye çok sayıda turist geliyor. UNESCO Dünya Mirası olmasının da bunda payı var. Ayrıca hemen 3 kilometre kuzeyinde Bulgaristan’ın en önemli tatil beldelerinden biri olan Sunny Beach’in bulunması turist sayısının artmasının bir diğer nedeni.

Eski Kent, Yeni Kent diye iki tane Nesebar var. Eski Kent doğuya doğru uzanan ve ince bir kıstakla karaya bağlanan yarımada üzerinde yer alıyor. Zamanla buraya sığmayan Nesebar dışarı taşmış ve yeni mahalleler kurulmuş. Ahşap mimarinin en güzel örnekleriyle bezeli tarihi merkez bugün de varolmayı sürdürüyor. Kentin geleneksel mimari dokusu çok iyi korunmuş.

Nesebar-Burgaz arasındaki mesafe 32 km. Nesebar’a Burgaz tren garı karşısından bindiğim 22 numaralı belediye otobüsü ile 40 dakikada ulaştım. Otobüsten indikten sonra yeni kentten eski kente uzanan 2 kilometrelik yolu yürüdüm. Beni ilk karşılayan köprü üzerindeki yel değirmeni oldu. Onun ilerisinde ise eski şehir surları vardı. Antik dönemde yapılan surlar Roma ve Bizans tarafından yenilenmişti. Daha sonra eski kentin dar sokaklarında bir süre dolaştım. Turistlerden arınmış, oldukça sakin bir dönemde Nesebar’ı gezmek keyifliydi. Burada karşılaştığım ahşap evleri hayranlıkla seyrettim. 19. yüzyılın ikinci yarısında Bulgar Rönesansı döneminde yapılmış evler günümüze kadar çok iyi korunmuş ve Nesebar’ın simgesi haline gelmişti. Evlerin birinci katları taştan inşa edilirken, ikinci katları ahşaptan yapılmıştı. İçlerini görmedim ama söylenildiğine göre bazı evlerdeki ahşap oymalar, mobilyalar hala o dönemin zenginliğini yansıtıyormuş.

Bulgaristan - 36-A.jpg

Bulgaristan - 36-B.jpg

Bulgaristan - 36.jpg

Bu kadar küçük bir alanda çok sayıda kilisenin bulunması ise beni bir hayli şaşırtmıştı. Buraya neden “kırk kiliseli kent” tanımlaması yapıldığını şimdi daha iyi anlamıştım.

Nesebar’da ilk önce Christ Pantokrator Kilisesi’ni gezdim. Bu kilise Nesebar’ın güçlü olduğu 14. yüzyılda inşa edilmiş olup,  kentin en iyi korunmuş kiliselerinden biriydi. Dış cephede tuğla ve taştan yapılmış kapalı kemerler ile turkuaz dolgulu dekoratif motifler dikkat çekiyordu.

Bulgaristan - 37.jpg

Buradan ayrıldıktan sonra Bizans tarzında tuğla ve taştan yapılmış Aziz Vaftizci Yahya Kilisesi karşıma çıktı. Bu kilise bugün sanat galerisi olarak hizmet veriyordu.

Bulgaristan - 38.jpg

Bunların dışında kentte Bizans tarzında yapılmış Sveta Paraskeva, Eski Metropolitan Kilisesi, Aziz Theodore Kilisesi gibi çok sayıda kilise bulunmaktaydı.

Gezerken tesadüfen uzun zamandır burada ikamet eden bir Türk aileyle karşılaştım. Nesebar’da işlettikleri lokantaya konuk oldum. Onlarla yaptığım hoş sohbet, keyifli geçen bir günün ardından benim için güzel bir anı oldu. Daha sonra akşam saatlerinde Burgaz’a geri döndüm.

 

error: