Tag

Cezayir

Browsing

Cezayir turunun son iki gününü ülkenin en ilginç ve farklı bir köşesine ayırmıştık. Burası Cezayir’in en karakteristik ve turistler tarafından en çok ilgi gören bölgesiydi. Sahra Çölü’nün girişindeki M’Zab Vadisi başkent Cezayir’in 600 km kadar güneyinde yer almaktaydı. Buraya başkentten uçakla gidecektik. Ama önce Guelma’dan Annaba’ya geçmek ve oradan da başkente uçmak zorundaydık.
Başkentten havalanan pervaneli küçük uçağımız güzel geçen yolculuk sonrası, 1 saat 15 dakika kadar bir süre sonunda Ghardaia’nın Moufdi Zakaria Havalimanına indiğinde hava tamamen kararmıştı. Bu küçük havalimanından otelimize 20 kilometrelik bir yolumuz vardı. Akşam yemeğini otelde yiyip dinlendikten sonra, ertesi gün rehberimizle birlikte M’Zab Vadisi’ndeki beş şehri keşfe çıktık.

Ghardaia M’Zab Vadisi’ndeki beş şehirden en büyüğü ve en görülmeye değer olanı. Zaten vadinin tümü 1982’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Bu da buranın önemini ortaya koyuyor.
Bu vadideki şehirler 11. yüzyıldan itibaren kurulmaya başlamış. Dini gelenekler ve İbadit inancı buranın Berberi halkı Mozabitlere özgün bir şehir ortamı geliştirmesine yardımcı olmuş. Her kent kaleye benzeyen bir cami çevresinde inşa edilmiş. Caminin minaresi sıklıkla bir haberleşme kulesi fonksiyonu görmüş.

M’Zab Vadisi’ndeki en ilginç şey, burada yaşayan kadınların büyük bir kısmının kapalı ve beyaz çarşaflı olmasıydı. Evli olan kadınların sadece tek gözünü görebiliyorsunuz. Bekar olanların ise sadece yüzlerini görmek mümkün. Kısacası burada kadının adı yok. Bugüne kadar dünyada dinin toplum üzerinde etkisinin hissedildiği birçok İslam ülkesi gezdim ama ilk kez bu kadar bağnaz ve içe dönük bir toplum yapısıyla karşılaşıyordum.
İbadiyye mezhebine bağlı Berberi kökenli Mozabitlerden oluşan bu halkın kadınlarının fotoğraflarını çekmek kesinlikle yasak. Sizi farkettikleri anda sanki kaçacak delik arıyorlar. Ya bir duvarın arkasına geçip gizlenmeye, ya da sırtlarını dönüp oradan hızlıca uzaklaşmaya çalışıyorlar.

*El Atteuf     :

Turumuza M’Zab Vadisi’nin güney doğusunda yer alan, buranın en eski şehri El Atteuf ile başladık. Rehberimizin dediğine göre, burası vadinin en güzel şehriymiş. 1012 yılında kurulan şehrin nüfusu 7 bin kadar.
Şehrin ana kapısı 18. yüzyıla tarihleniyor. Eskiden bu kapıdan kervanlar şehre giriş yaparmış. Şehrin sokakları daracık ve dolambaçlı. Bu sokaklarda dolaşırken yer yer oyuklara rastlıyoruz. Erkeklerle karşılaştıklarında kadınlar bu oyuklara girip, önce onların geçmesine izin veriyorlar.
Şehrin merkezinde bir cami var. Caminin bir kapısından erkekler girerken, kadınlar diğer kapıyı kullanıyorlar.
Vadideki tüm şehirlerde taşımacılık eşek ve katırlarla yapılıyor. Gerek kentin ana meydanında, gerekse dar sokaklarında yük taşıyan bu hayvanlara rastlıyorsunuz.
El Atteuf’dan ayrılırken, şehrin biraz dışında kalan bir mezarlık gördük. Bana oldukça ilginç geldi. Şekilsiz taşları üst üste yığarak yan yana mezarlar yapmışlar. Mezarın kime ait olduğunu belirten herhangi bir yazı yok. Sadece eğer baş kısmında tek bir taş varsa kadına ait, iki taş varsa erkeğe ait olduğunu anlayabiliyorsun. Tam ortasında taş olan mezar ise, ölen kadının hamile olduğuna işaret ediyor.

Cezayir - 37-MZab.jpg Cezayir - 38-MZab.jpg

*Bou Noura     :

El Atteuf’u gezdikten sonra, kuzeye doğru çıkarken yolumuzun üstünde Bou Noura vardı. Bu vadinin ikinci en eski kentiydi. Bu şehrin Ghardaia’ya giden yol üzerinden fotoğraflarını çekmekle yetindik. Çöl rengindeki şehir uzaktan çok güzel görünüyordu. Ama ne yazık ki ziyaret etme imkanımız olmadı. Rehberimizin dediğine göre, buranın halkı yabancılara tepkili ve son derece bağnaz olduğu için turist ziyaretine kapalıymış.
Uzaktan gördüğümüz kadarıyla, kentin en yüksek yerine yapılmış bir cami var. Berberi cami minareleri Araplarınkinden farklı bir formda, onların gibi kare şeklinde yükselmiyor.

Cezayir - 39-MZab.jpg

*Ghardaia    :

Otelimizin de bulunduğu Ghardaia bence vadinin en güzel şehri. Aynı zamanda en büyüğü ve en ticari olanı. Hareketli ve canlı büyükçe bir çarşısı var. Şehrin ana meydanına geldikten sonra, gruba belli bir serbest zaman verildi. Gruptakilerin birçoğu alışverişlerini meydana açılan ara sokaklardaki dükkanlardan yaptı. En çok tercih edilen hurma oldu. Cezayir hurması gerçekten lezzetli.

Ghardaia çölün rengine uyum sağlamış toprak renkli yapıları, daracık ve dolambaçlı sokaklarıyla oldukça etkileyici ve şaşırtıcı. Bu daracık sokaklarda epey dolaştım ve bol bol fotoğraf çektim.

Cezayir - 40-MZab.jpg Cezayir - 41-MZab.jpg

*Melika   :

Öğle yemeği sonrası gezdiğimiz bu küçük şehir aslında beni pek fazla etkilemedi. Zaten burada oldukça kısa bir süre kaldık. Girip çıkmamız bir oldu. Önce bir köşesinde Berberilerin yapmış olduğu cami olan pazar meydanını gördük. Gezerken sokakların boş olması dikkatimi çekti. Öğleden sonranın bu ilk saatlerinde hava da çok sıcak olduğundan, sanırım hemen hemen herkes siesta yapmak için evlerine çekilmişti.
Melika beş şehir içinde en yukarıda kurulmuş olanı. Buradan Ghardaia kentin çok hoş panoramik bir manzarası var.  Hem Berberilerin yaşadığı, hem de buraya göç eden Arapların yaşadığı birbirinden ayrılmış iki kısım görülüyor. Cami minarelerinin şeklinden iki yeri ayırt edebiliyorsunuz.
Kentin en önemli özelliği ise beyaz taşları olan mezarlık. Sözü dinlenen, akıl danışılan Sidi Aissa’nın mezarı burada.

Cezayir - 42-MZab.jpg

 

*Beni İsguen  :

Son gezdiğimiz bu kenti bizi belediye binası önünde karşılayan yaşlı bir lokal rehberle gezdik. Burası vadinin en geleneksel ve muhafazakar kenti olduğundan, lokal rehberimiz bizi kesinlikle fotoğraf çekmememiz konusunda uyardı.
Beni İsguen 16-17 yüzyıllar arasında kurulmuş. Fransızlar burayı 1882’de ele geçirdiğinde, buranın nüfusu 17 bin dolaylarındaymış.
Her zaman olduğu gibi kentin daracık sokaklarında bir süre dolaştık. Sonrasında eski bir cami ziyaretimiz oldu. Caminin iki kapısı vardı; biri erkekler, diğeri ise kadınlar için. Ayrı yerlerde dua ediyorlardı. Minberdeki delik ise müezzin ezan okuduğunda sesin yankılanması içinmiş.

Cezayir - 43-MZab.jpg

Ertesi gün Batna’dan ayrılıp başkent Cezayir ve Oran’ın ardından ülkenin 3. büyük şehri olan Constantine’e geçiyoruz. 120 km civarında bir yolumuz var. Ama yollar düzgün ve ulaşım rahat. Her zaman olduğu gibi önümüzde bize eşlik eden polis arabası var. Kendimizi böyle daha güvende hissediyoruz.
Constantine’e vardığımızda kent merkezine gitmek için bir hayli zorlanıyoruz. Çünkü kent girişinde yoğun bir trafik var. Ne de olsa çevresiyle 950 bin nüfusa sahip büyük bir şehir burası.

Constantine ülke ekonomisinde önemli bir rol oynayan kent. Aynı zamanda meşhur bir üniversite kenti. İnsanı ilk bakışta etkileyen bir kent. Çünkü nehrin aktığı derin bir boğazın üzerinde kurulmuş ve bu boğazın her iki yanını birbirine köprüler bağlıyor. Bu yüzden kentten birkaç köprü geçiyor. Bu da Constantine’in “Köprüler Şehri” olarak anılmasının nedeni.

Kentin tarihine bir göz atacak olursak, MÖ.3. yüzyılda Constantine “Sirta” (Fenike dilinde kent anlamına geliyor) adıyla biliniyormuş. MÖ.313 yılında berberi kral Giugurta tarafından fethedilmiş. MÖ.107 yılında da Berberi kralı mağlup eden Romalıların eline geçmiş. 313 yılında İmparator Büyük Konstantin’in emriyle kent yeniden kurulmuş ve bu ünlü imparatorun ismini almış.
412 yılında Vandallar kenti yakıp yıkmışlar. Kısa bir süre Bizans idaresinde kalan kent  7. yüzyılda Arapların eline geçmiş. Kentte bir refah dönemi yaşanmış. 1529 yılına gelindiğinde Constantine’de Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetini görmekteyiz.
1837 yılında Constantine Fransızlar tarafından ele geçirilmiş ve bu durum bağımsızlığın kazanıldığı 1962 yılına kadar sürmüş.

Cezayir - 28-Constantine.jpg

Gezilecek Yerler       :

*Emir Abdelkadaer Camii   :

Cosntantine’de ilk ziyaret ettiği yer oldu. 1994’de inşa edilmiş olan bu cami oldukça büyük ve göz alıcı bir yapı. Camiye ismi verilen Emir Abdelkader, 1832 yılında başlayan Fransız işgaline karşı büyük bir direniş göstermiş bir kahraman. Cezayir halkı tarafından çok sevilen bir kişilik.

*Anıt      :

Zafer Takı şeklindeki anıt, I.Dünya Savaşı’nda ölenlerin anınsa 2015’de inşa edilmiş. Buradan çok güzel bir Constantine manzarasına tanıklık ediliyor.

Cezayir - 30-Constantine.jpg

*Sidi M’Cid Köprüsü  :

Anıttan sonra eski kent merkezi Kasbah’a ulaşmak için 164 metre uzunluğunda, 175 metre yüksekliğindeki bu asma köprüden geçtik. Köprü ilk kez 1912 yılında inşa edilmiş. 2000 yılında ise yeniden yapılmış. Köprüden eski şehrin ve aşağıdaki Rhummel Boğazı’nın muhteşem bir görüntüsü hakim.

Cezayir - 31-Constantine.jpg

*El Kantara Köprüsü :

Sidi M’Cid Köprüsü’nün sol tarafında görülen bu köprü, Constantine kentinin en eski köprüsü. Roma döneminde bir su kemeriymiş. Yıkıldıktan sonra birçok kez yapılmış. Son yapılış tarihi 1863. 128 metre uzunluğundaki köprünün yüksekliği 125 metre.

*Rhummel Boğazı  :

Burası aşağıda nehrin aktığı bir vadi. Yukarıdan manzarası çok etkileyici. Bana ilk görüşte İspanya’nın Ronda kentini anımsattı. Constantine şehri Rhummel nehrinin geçtiği bir boğazın üzerinde kurulmuş. Gerçekten konumu çok ilginç ve etkileyici.

Cezayir - 32-Constantine.jpg

*Ahmed Bey Sarayı  :

Sidi M’Cid Köprüsü’nden geçip, eski kent Kasbah’a geldik. Kasbah camileri, medreseleri, “souk” diye adlandırılan çarşıları ve Osmanlı döneminden kalma avlulu saraylarıyla görülmeye değer güzelliktedir. Buradaki ilk ziyaretimiz saraylar içinde en güzeli Ahmed Bey Sarayı idi.

1825’de başlayan sarayın inşası 1827’de tamamlanmış. Ahmed Bey o dönemde Constantine şehrinin yöneticisiymiş. Kendisi başkent Cezayir’deki Dayı Hüseyin’e bağlı (1617-1830 Dayılar Dönemi) beylerden biriymiş. Bilindiği gibi Fransızlar bu kenti ancak 1837’de ele geçirebilmişti. İşte o zamana kadar Constantine’i Ahmed Bey idare etmiş. Ahmed Bey hem eşleriyle bu sarayda ikamet ediyor, hem de şehri buradan idare ediyormuş.

Bu çok hoş saray Osmanlı saray mimarisi tarzında inşa edilmiş. Merkezde tüm saraylarda olduğu gibi kemerli sütunlarla çevrili bir avlu var. İki katlı sarayın duvarlarını eski resimler süslemektedir. İskenderiye, Mekke ve Medine, İstanbul Sultan Ahmet Meydanı gibi….
Sarayın alt katında harem bulunuyormuş. Ahmed Bey’in 4 eşi varmış ve bunlardan sadece adı Fatima olan bir kızı olmuş.
Üst katta ise sarayın idiri kısmı bulunuyor. Ayrıca burada kadınların boş zamanlarını değerlendirdiği odalar yer alıyor. “Divan” zemin katta sarayın merkezinde yer alırken, buradaki küçük penrecelerden Ahmed Bey sarayda olup bitenleri izlermiş.

Cezayir - 33-Constantine.jpg Cezayir - 34-Constantine.jpg

Saraydan ayrıldıktan sonra, tam karşımızda Büyük Camii, onun da ilerisinde “souk” adı verilen çarşı başlıyordu. Çarşı içinden geçtikten sonra öğle yemeği yiyeceğimiz güzel ve büyükçe bir restorana geldik. Igherssan adlı restoran şık ve iki katlı bir mekan. Yemekleri lezzetliydi.

GUELMA       :

Constantine’de yenen öğle yemeği ardından, Cezayir’in sıcak su kaynakları ve hamamları ile meşhur Guelma kentine hareket edildi. Mesafe yaklaşık 110 kilometre. Otobüs bu mesafeyi 2 saat gibi bir sürede alıyor.  Yol gayet güzel; çift şeritli ve asfalt. Çevresindeki dağların yüksekliği 1400 metrelere ulaşıyor. Kışın bu tepeler karlı oluyormuş. Guelma’ya yaklaştığımızda karşımıza yemyeşil arazilerle kaplı nefis manzaralar çıkıyor. Doğa öylesine güzel ki….

Cezayir - 35-Constantine.jpg

Guelma 70 bin nüfusa sahip küçük bir kent. Constantine şehrinin doğusunda kalıyor. Kentte tarımsal faaliyetler ağırlıkta. Eskiden Kartacalılar ve Romalılar bu bölgeyi verimli topraklarından ötürü tahıl deposu olarak kullanmışlar.

Guelma’ya varışımızla birlikte buradaki Debagh Hamamı’nı ziyaret ediyoruz. Bizim turu organize eden Cezayir’deki acente Sara Voyages’ın sahibi de buralı. Oğulları Mohammed ve Abdülkadir tüm tur boyunca bizimle birlikteydiler. Tüm aile fertlerinin bizi Guelma’da karşılaması sürpriz oldu.

Burası sıcak su kaynaklarının oluşturduğu renkli travertenleriyle muhteşem bir görüntü sergileyen doğa harikası bir yer. Suyun sıcaklığı 96 derece civarında. Söylenildiğine göre sıcak su kaynaklarıyla bilinen bu şehirde Roma döneminden beri hamamlar varmış. Zaten ilk hamamları tarihte Romalılar kurmuştu. Bugün de Guelma halkı bu termal tesislerden faydalanarak bu geleneği sürdürmektedir.

Cezayir - 36-Constantine.jpg

*Roma Tiyatrosu   :

Ertesi sabah Guelma’daki bugüne kadar çok iyi korunmuş olan Roma tiyatrosu ziyaret edildi. Tiyatro 2. yüzyıl sonu ile 3.yüzyıl başına tarihlenen dönem içinde İmparator Septimus Severus tarafından yaptırılmış. 4500 kişi kapasiteli tiyatro 1902-1918 yılları arasında yeniden inşa edilerek çok iyi duruma getirilmiş. Bugün sadece çok az bir oturma sırası orijinaldir. Diğer taşlar sonradan Fransızlar tarafından konmuştur.
Tiyatronun hemen yanı başında bir de küçük müze var. Burada özellikle Roma dönemi heykeller ve steller (mezar taşları) sergilenmektedir.

Constantine ile Biskra arasında yer alan Batna, gezi programımızda yer alan yerlerden biriydi. Ama burada Batna şehrini değil, civarındaki yerleri görmek bizim için önemliydi. Bir gün önce yerleştiğimiz Batna’daki otelimizden hareket edip, yaklaşık 120 km güneydeki Biskra istikametine doğru giderken, ilk göreceğimiz yer El Kantara Vadisi olacaktı. Sonrasında onu Sidi Okba Camii ve Thouda Kerpiç Köy izleyecekti. Biskra’da alacağımız öğle yemeği sonrasında ise tekrar Batna’ya dönerken yolumuz üzerindeki Rhoufi Kanyonu’nu ziyaret edecektik. Her zaman olduğu gibi polis eskortu bugünkü gezimizde de bize refakat ediyordu. İlk gün biraz yadırgamış olsak da, artık onların varlığına iyiden iyiye alışmıştık.

*El Kantara Boğazı       :

El Kantara Boğazı’na Batna’dan hareket ettikten yaklaşık bir saat kadar sonra vardık.  El Kantara “köprü” anlamına geliyor.  Auries dağlarının arasındaki buradaki boğazda, Romalılar’dan kalma bir köprü var. Köprü MS.2-3 yüzyılara tarihleniyor. Buradan mazara çok hoş. Vadi hurma ağaçlarıyla dolu. Söylenildiğine göre en kaliteli hurmalar bu bölgede yetişiyormuş.

Cezayir - 22-Batna.jpg

Cezayir - 23-Batna.jpg

*Sidi Okba Camii   :

Gezimizdeki ikinci durağımız Biskra’ya 20 km mesafedeki Sidi Okba’nın kenti oldu. Sidi Okba, İslamı Cezayir’e 7. yüzyılda getirmiş olan saygıdeğer, sözü dinlenen bir kişilik. 683 yılında ölmüş. Ölümünden yaklaşık 300 yıl kadar sonra da, 10 yüzyılda mezarı üzerine bugün gördüğümüz cami yaptırılmış. Ülkenin de en eski camilerinden biri bu. Son kez 1798’de restore edilmiş. Günümüzde burada namaz kılınmıyor. Sadece cami içindeki Sidi Okba’nın türbesi ziyaret ediliyor. İbadet için yan tarafta daha büyük boyutlarda yeni bir cami inşa etmişler.

Sidi Okba Camii’nin arka tarafında sedir ağacından yapılmış, üzeri oymalı, mızrak uçları, çiçek motifleriyle süslü çok güzel bir kapı var. Bu kapı 11. yüzyılda Tunus’un dini şehri Kayravan’ın kralı tarafından yaptırılıp camiye hediye edilmiş.

Cezayir - 24-Batna.jpg

*Thouda Kerpiç Köy  :

Sidi Okba’nın 5 kilometre ilerisindeki terk edilmiş Thouda Köyü’ne devam ettik. Burası kerpiçten yapılma eski bir Berberi köyüymüş. Bir vahada kurulmuş. Buradaki kerpiç evler günümüzde oldukça harap bir halde bulunuyor. Dışarıda oldukça sıcak bir hava var. Evlerin yanı başındaki camiye girdiğimizde biraz serinliyoruz. Kerpiç yapıların özelliği bu; yazın serin, kışın ise sıcak olmaları.

Terk edilmiş köyü gezerken kazı yapmakta olan genç arkeologlara rastlıyoruz. Çoğu genç kızlardan oluşan arkeologların kimi Batna, kimi de Cezayir’deki üniversitelerin arkeoloji bölümlerinde okuyorlarmış. Kendileriyle sohbet edip fotoğraf çektirdik. Bize karşı bayağı bir ilgi gösterdiler.
1962’de Fransızlar bu toprakları terk etmesinin ardından, ülkede yapılmakta olan kazılar durmuş. Sorun tabii ki finansman. Burası halen kazı yapılmakta olan nadir yerlerden biri.

Cezayir - 25-Batna.jpg

Cezayir - 26-Batna.jpg

*Rhoufi (Ghoufi) Kanyonu   :

Biskra’da yenen öğle yemeği sonrası, buradan 55 km mesafedeki küçük bir köy olan Rhoufi’ye gidiyoruz. Burada muhteşem güzellikteki bir kanyonu ziyaret edeceğiz.

Rhoufi ya da diğer adıyla Ghoufi Kanyonu Cezayir’in en etkileyici yerlerinden biri. Upuzun bir kanyon. Aracımız durdurduktan sonra, önce kanyonu yukarıdan seyrettik. Aşağıda hurma ağaçlarıyla kaplı vahada suyu iyice azalmış bir nehir akıyordu. Buradaki kerpiç evler ve mağaralarda yaşayan halk 1962’de Rhoufi köyünü terk ederek, kanyonun arka tarafında kurulan yeni bir köye taşınmış. Çünkü artık burada yaşamak tehlike arzediyormuş. Aynı bizim Kapadokya’nın Zelve Vadisi gibi.
Kanyonda bir de cami var. Merdivenlerden aşağıdaki kanyona inmek mümkün. İnip orada piknik yapanlara da rastlanıyor.
Biz biraz daha aşağıya inip, belli yerlerden güzel fotoğraflar çektik. Yaklaşık 1 saat kadar sonra da, yer yer güzel manzaralara tanıklık ettiğimiz dar ve virajlı bir yoldan, 95 kilometre mesafedeki otelimizin bulunduğu Batna’ya doğru dönüşe geçtik.

Cezayir - 27-Batna.jpg

1982’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu etkileyici Roma kenti, konaklayacağımız Sétif kentinin 45 kilometre kuzey doğunda yer alıyordu. Biz buraya başkent Cezayir’den uzun bir yolculuk sonrasında ulaştık. Bunun da nedeni tur programında yer alan UNESCO Dünya Mirası Beni Hammad Kalesi’ni görmekti. Aslında buna hiç gerek yoktu. Çünkü kaleden geriye sadece içindeki caminin 25 metre yüksekliğindeki minaresi kalmıştı. Bu yüzden buraya gelecek gezginlerin başkentten direk olarak Djemila’yı görmeye gitmelerini tavsiye ederim. Bu şekilde yolda verilecek mola ile birlikte yaklaşık 4 saatte antik kente ulaşabilirler. Gecelemeyi de bizim yaptığımız gibi Sétif’de yaparlar.

Bugüne kadar Türkiye’deki antik kentlerin dışında, dünyada da sayısız Roma kenti gezme fırsatını buldum. Bunların içinde en çok etkilendiklerim İtalya’daki Pompei, Ürdün’deki Jerash, Suriye’deki Palmira ve Lübnan’daki Baalbek oldu. Ama Djemila’yı gördükten sonra, etkilendiklerime bu kenti de dahil ettim. Bugüne kadar gördüğüm en güzel Roma kentlerinden biriydi. Deniz seviyesinden 900 metre yükseklikteki dağlık arazide, iki nehir arasındaki bir bayıra MS.1. yüzyılın sonunda kurulmuştu. Roma dönemindeki adı “Cuicul” idi. “Dağın eteği” anlamına gelmekteydi. Çevresi yemyeşil tepelerle kaplı antik kentin konumu mükemmeldi. Ayrıca yapılar nispeten iyi korunmuştu.

Rehberimiz deneyimli ve bilgili biriydi. Kendisiyle buluştuktan sonra, gezimize Djemila’nın küçük müzesinden başladık. Müze küçük olmasına rağmen, muhteşem güzellikteki mozaiklerle doluydu. Bu mozaikler antik kentin hamam, forum, kilise gibi değişik yapılarından çıkarılmış. Rehberimizin söylediğine göre burası Tunus’daki Bardo Mozaik Müzesi’nden sonra Afrika’nın 2.büyük müzesiymiş. Mozaiklerde ağırlıklı olarak av sahneleri ve şarap tanrısı Dionysos (Bacchus) gibi konular işlenmiş.

Djemila 98 yılında Roma İmparatoru Trajan tarafından kurulmuş. Zaman içinde gelişen kent ticaretin yoğun olarak yapıldığı büyük bir pazar kenti haline gelmiş. Kentin refah seviyesi artmış. Roma İmaparatorluğu’nun 5. yüzyıl sonlarına doğru çöküşüyle birlikte, kent yavaş yavaş terk edilmiş. Müslümanların 7. yüzyıldan sonra buraya yerleşmesinin ardından, kentin ismi de Djemila olarak değişmiş.
Kentin çok iyi korunmuş yapılarından biri, İmparator Septimus Severus’a adanmış tapınak. Bu göz kamaştıran yapı imparatorun ölümü ardından 229 yılında inşa edilmiş. O dönemde Roma imparatorları tanrı gibiydi ve onlar adına kentlerde tapınaklar yapılırdı.

Cezayir - 17-Djemila.jpg

Bir diğer önemli yapı, her Roma kentinde karşımıza çıkan, yamaca yaslanmış tiyatro. 3 bin kişi kapasiteli tiyatro MS.2 yüzyılda inşa edilmiş. Oturma sıralarının bazı kısımlarının günümüze kadar gelmiş olduğu görülüyor.
Cezayir - 18-Djemila.jpgKentin sütunlarla çevrilmiş ana caddesinin her iki yanında dükkanlar yer alıyor. Ne de olsa burası ticaretin yoğun yaşadığı bir Roma kentiydi.
Cezayir - 19-Djemila.jpg Djemila’nın bir diğer iyi korunmuş yapısı da, Caracalla adına yapılmış Zafer Takı. Bu etkileyici yapı MS.3. yüzyıla tarihleniyor.
Cezayir - 20-Djemila.jpg420 dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş Djemila’daki diğer yapılara gelince, bunlar her Roma kentinde görmeye alıştığımız kentin merkezi kabul edilen forum, ilk kez Romalılar tarafından inşa edilmiş hamamlar, umumi tuvaletler, mahkemelerin görüldüğü bir bazilika, pazar yerleri  ve yerleşim alanlarıydı. Ayrıca Hıristiyanlıkla birlikte kentte bazilikal planlı bir kilise ve kilisenin olduğu yerde de yuvarlak formda bir vaftizhane inşa edilmişti.
Yalnız şimdiye kadar ilk kez bir Roma kentinde konik formda bir çeşme yapısıyla karşılaşıyordum. Bilindiği gibi Romalılar kentleri çeşmelerle süslemeyi çok severlerdi. Çeşme yapılarına her Roma kentinde mutlaka rastlanırdı.
Cezayir - 21-Djemila.jpgDjemila’yı gün batımına yakın saatlerde gezmek çok iyi olmuştu. Böylece hem havanın sıcaklığını pek hissetmemiş olduk; hem de daha güzel fotoğraflar çekme imkanına sahip olduk.

 

Turumuza başkent Cezayir’den başladık. Yaklaşık 3 milyona varan nüfusuyla Akdeniz kıyısında güzel ve canlı bir kent burası. Cezayir’i gezerken kendimi bir Afrika ülkesinde değil de, bir Güney Avrupa kentindeymişim gibi hissettim. Hatta burası bana Fransa’nın liman kenti Marsilya’yı anımsattı. Fransa’nın uzun yıllar sömürgesi olmasından dolayı, Fransız etkisi özellikle mimarisinde hissediliyor. Kentte Fransız mimarisi ürünü olan gösterişli binalar var.
Ayrıca kentte Osmanlı döneminden kalma cami ve bugün müze haline getirilmiş saraylar da göze çarpıyor. Ne de olsa bu kent yaklaşık 300 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmış.

Burada üç geceleme yapacaktık. İlk iki gün başkenti gezecektik. Son günü ise buraya yaklaşık 75 km mesafedeki eski Roma kenti Tipasa’ya ayırmıştık. Cezayir’e yolu düşecek gezginlerin bizim yaptığımız gibi başkente 3 gün ayırmasının doğru olacağını düşünüyorum.
Cezayir’deki turumuza önce eski kent Kasbah’dan başladık. Ertesi gün bunu Bardo Müzesi, Postane Binası, Botanik Bahçesi, Des Rais Sarayı, Bağımsızlık Anıtı ve kentin bazı önemli meydan ve caddeleri takip etti.
Cezayir - 1-Cezayir.jpg

Gezilecek Yerler     :

*Kasbah       :

Eski bir İslam şehri olan Kasbah 1992’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır. Burası Cezayir’in en eski kısmıdır. Bugün müze olarak gezilen Osmanlı stili avlulu sarayları, eski camileri, eski şehir surları ve dolambaçlı dar sokaklarıyla dikkat çeker.
Daha eskiye dönecek olursak 1990’lı yıllarda burası dünyanın en tehlikeli yerlerinden biriymiş. Teroristlerin kol gezdiği bir yermiş. Şu anda bu durum düzelmiş gözüküyor. Ama burayı hem daha iyi anlamak, hem de hırsızlık, gasp gibi olası olaylara maruz kalmamak için rehber eşliğinde gezmekte fayda var.
Kasbah bugün müzeye çevrilmiş Osmanlı döneminde kalma bazı konaklar ve camiler dışında beni biraz hayal kırıklığına uğrattığını söylebilirim. Açıkçası daha iyi korunmuş, bakımlı bir eski bir kent bekliyordum. Ama binalar son derece bakımsız, dolambaçlı sokakları pisti.
Cezayir - 2-Cezayir.jpgCezayir - 3-Cezayir.jpg

Dar Mustafa Paşa   :

1797-1798 yılları arasında inşa edilmiş Osmanlı stili avlulu saraylardan biri. Oldukça iyi korunmuş olan saray, ilk kez Dayı Mustafa tarafından kullanılmış. Sonrasında da onu takip eden dayılar sarayda ikamet etmiş (Cezayir’de 1671-1830 yılları arası Dayılar dönemi olarak bilinir).  İç kısmında kemerli sütunlarla çevrilmiş hoş bir avlusu var.
“Dar” Arapça ev anlamına geliyor.
Cezayir - 4-Cezayir.jpg

Dar Aziza   :

Mustafa Paşa Sarayı yakınındaki bu saray yine benzer bir mimariyle inşa edilmiş. Osmanlı mimarisinin tipik bir örneği. 1719 yılında Constantine şehrinin beyi tarafından kızı Aziza için inşa ettrilmiş.

Ketchaoua Camii :

Kasbah’taki bu büyük camii 1612’de inşa edilmiş. 1795’de Cezayir Dayısı Hasan Paşa tarafından yenilenmiş ve büyütülmüş. Kent Fransızların eline geçtikten sonra katedrale çevrilmiş. 1962’de bağımsızlığın kazanılmasıyla yeniden camiye dönüştürülmüş.

*Notre Dame D’Afrique Kilisesi :

Kasbah ziyareti ardından Bab el Oued semtinin en tepesinde yer alan ve “Afrika’nın Meryem’i” adı verilen kiliseyi ziyaret ettik. 1858-1872 yılları arasında inşa edilmiş güzel ve zarif bir mimariye sahip. Katolik romanesk tarzı kilisenin tepesinde, kilisenin adandığı  Meryem Ana’nın bir heykeli bulunuyor.
Bir de buradan at nalı şeklindeki körfezin çok güzel bir görüntüsü hakim.
Cezayir - 5-Cezayir.jpg

*Bardo Müzesi        :

Cezayir’deki ikinci günümüzün sabahı Bardo Müzesi’ni ziyaret ettik. Burası aslında Tunus’tan Cezayir’e sürgün edilmiş Mustafa Bin Omar adlı zengin bir Tunuslu tarafından yaptırılmış görkemli bir saray. 18. yüzyılda Magrip mimari tarzıyla inşa edilmiş. Mustafa Bin Omar ailesiyle birlikte burada yaşamış. Çok hoş ve geniş bir avlusu olan sarayın birçok odası  var. Sarayın gezilmesinin ardından müze kısmını da gezdik. Burada 1,7 milyon yıl öncesine giden tarih öncesi buluntular ile eski müzik aletleri dikkat çekiyordu.
Cezayir - 6-Cezayir.jpg

*Postane Binası    :

Kent merkezindeki Yeni Magrip tarzı bina oldukça heybetli. Bulunduğu meydanı dolduruyor. 1913 yılında Fransız mimarların projesiyle inşa edilmiş. Çevresinde mimarisi göz alıcı kolonyal döneme ait yapılar yer alıyor.
Postane Binası’ndan ileriye doğru uzanan Colonel Amirouche, kentin ana caddelerinden biri.
Restoranların dükkanların, mağazaların sıralandığı cadde oldukça hareketli.

Cezayir - 7-Cezayir.jpg

*Jardin d’Essai du Hama (Botanik Bahçesi)  :

Burası 320 dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş büyük bir yeşil alan. Söylenildiğine göre 2500 çeşit ağaç ve bitki varmış. En ilginç olanı Kanarya Adaları’ndan getirilmiş Dragon Ağacı ile Banyan Ağacı idi.
Ortasındaki fıskıyeli çeşmenin bulunduğu yerden tepede yer alan Bağımsızlık Anıtı görünüyordu.
Restoran ve kafelerin de yer aldığı ve Cezayir halkının ilgi gösterdiği bu parktaki bir restoranda öğle yemeğimizi yedik.

Cezayir - 8-Cezayir.jpg Cezayir - 9-Cezayir.jpg

*El Djedid Camii    :

Kentin önemli meydanlarından biri olan Şehitler Meydanı’ndaki beyaz badanalı, kare minareli  hoş bir mimarisi olan cami. 1660’da balıkçılar tarafından inşa edildiğinden, halk arasında Balıkçılar Cami olarak da biliniyor.
Cezayir - 10-Cezayir.jpgOnun hemen 100 metre kadar ötesinde kentin en eski camilerinden biri olan Büyük Camii (Djamaa El Kebir) yer alıyor. İlk kez 11. yüzyılda inşa edilen camii, 1794’de yeniden inşa edilmiş.
Cami ziyareti ardından sahilde yürüyüş yaptık.  Aşağıda balıkçı teknelerinin yer aldığı Balıkçılar Limanı ve onun biraz ilerisinde tren garı var. Dha da ileriye yürüdüğümüzde Parlamento Binası başta olmak üzere kolonyal dönemden kalma Fransızların yapmış olduğu göz alıcı binalarla karşılaştık.

*Emir Abdelkader Meydanı   :

Meydanın ortasında Emir Abdelkader’in atlı heykeli var. Kendisi 1832-1847 yılları arasında Cezayir’i işgal eden Fransızlara karşı direniş göstermiş bir kahraman. Burada ve onun ilerisindeki meydanda oturup bir şeyler içebileceğiniz  kafeler var.

*Bağımsızlık Anıtı  (Makham ech Chaid)   :

1954-1962 yılları arasında Fransızlara karşı yapılan Bağımsızlık Savaşı sırasında 1 milyonun üzerinde Cezayirli hayatını kaybetmiş.  İşte 92 metre yüksekliğindeki bu anıt savaşta şehit olanların anısına yapılmış. Cezayir’deki modern çağın ilginç yapılarından biri olan anıt 1982’de açılmış.
Cezayir - 11-Cezayir.jpg*Des Rais Sarayı   :

Aslında burası aynı tip mimariyle yapılmış üç sarayın birleşiminden meydana gelmiş. Ortada sütunlarla çevrilmiş kemerli güzel bir avlusu var. Duvarları yer yer seramiklerle süslenmiş. Özellikle üst kattaki odaların farklı ahşap tavan süslemeleri göz kamaştırıyor. Çok iyi korunmuş olan saray, zamanında üst düzey bir askeri kişilik olan Des Rais adına yapılmış.
Sarayın terasından uzun bir kumsal ve güzel bir Akdeniz manzarası gözler önüne seriliyor.
Cezayir - 12-Cezayir.jpgBaşkent Cezayir’de gezmek istediğimiz yerlerden biri de Eski Eserler ve İslam Sanatları Müzesi idi. Fakat restorasyonda olduğundan ne yazık ki gezme şansımız olmadı.

TİPASA ANTİK KENTİ :

Buradaki üçüncü günümüzde, başkent Cezayir’in yaklaşık 75 km kadar batısında yer alan Tipasa’yı ziyaret ettik. Akdeniz kıyısında yer alan bu eski Roma kenti 420 dönümlük oldukça büyük bir araziye yayılmış. Roma döneminde şehir 2200 metre uzunluğundaki surlarla çevriliymiş.

1982’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu antik kent, ilk kez MÖ.5 yüzyılda tüccar ve denizci bir kavim olan Fenikeliler tarafından kurulmuş. Tipasa MS.1. yüzyılda Roma İmparatorluğu eline geçmesinin ardından zaman içinde deniz ticareti ile zenginleşip gelişmiş. 484 yılında Vandallar tarafından yağmalanması bir devrin sonu olmuş. 7. yüzyıldan itibaren de bu bölge Arap hakimiyetine girmiş.

Bugün kentte görülen kalıntılar Roma dönemine ait. Rehberle birlikte yaptığımız bu tura tipik bir Roma yapısı olan amfitiyatrodan başladık. Onu kentin kuzey-güney (cardo) ve doğu-batı (decumanus) doğrultularında uzanan ve birbirini kesen ana caddeleri izledi. Hamam, tiyatro, zengin evleri, bazilika (kilise), tapınak, tarım ürünlerinin saklandığı depolar, mezarlar gördüğümüz diğer yerler arasındaydı. Kentte birçok yapının günümüze kadar sadece temelleri ve bazı sütunları ulaşmış olsa da, Tipasa’nın Akdeniz kıyısındaki muhteşem konumu onu görülmeye değer kılıyor.
Cezayir - 13-Cezayir.jpg Cezayir - 14-Cezayir.jpgKentte 1962’ye kadar Fransızlar kazı yapmış. Bugüne kadar %30 kadarı kazılmış durumda. Bağımsızlığın kazanılmasının ardından Fransızlar bu toprakları terk edince, kazılar da sona ermiş.
Buradaki gezimizin son noktasındaki tepede Cezayir doğumlu ünlü Fransız yazar Albert Camus anısına dikilmiş bir anıt yer alıyordu. Albert Camus, Tipasa’ya yaklaşık 17 km mesafedeki bir hastanede tedavi gören annesini ziyarete geldiğinde, çok sevdiği Tipasa’ya da uğrarmış. Tipasa’daki taşların toprak renginden, denizin maviliğinden ve doğanın yeşilliğinden çok etkilendiği söylenir.

Ören yerine giriş ücretinin 100 DA (1 doların altında) olması beni açıkçası şaşırttı. Bu kadar düşük bir fiyat beklemiyordum.

*Cherchell Müzesi   :

Öğle yemeği sonrası Tipasa’dan 20 km mesafedeki Cherchell’e devam ettik. Burası Akdeniz kıyısında küçük bir kent. Cezayir’in en popüler turistik yerlerinden biri.
Aynı zamanda ülkenin en eski kentlerinden biri. O da başkent Cezayir gibi ilk kez MÖ.5 yüzyılda Fenikeliler tarafından kurulmuş. Kent altın çağını Berberi Kral Giuba II döneminde yaşamış. Sonrasında sırasıyla Roma, Vandal istilası, Bizans ve Arap dönemlerini yaşamış; tıpkı Cezayir’in birçok kenti gibi.
Burada Cherchell Müzesi’ni ziyaret ettik. Bu küçük müzede Roma dönemine tarihlenen heykeller ağırlıkta. Bunlar arasında tarım ve verimli topraklar tanrıçası Demeter, avcı tanrıça Artemis (Diana), ışık, müzik ve kehanet tanrısı Apollon ve gücüyle bilinen yarı tanrı Herkül var. Ayrıca Fenikelilerin baş tanrısı Baal’in heykeli bulunuyor.Buraya yolu düşen gezginler, müzenin yakınındaki kiliseden bozma ve cephesi Yunan tapınakları şeklindeki Al Rahman Camii’ni de gezebilirler.

Cezayir - 15-Cezayir.jpg

 *Moritanya Kraliyet Mozolesi  :

Tipasa antik kentinden başkent Cezayir’e doğru yola devam ederken, yolumuz üzerindeki çok iyi korunmuş bir anıt mezarı ziyaret ettik. Moritanya Mozolesi olarak bilinen ve piramit şeklinde yükselen bu mezarın MÖ.3. yüzyıla tarihlendiği düşünülmekteydi. Boyutları etkileyiciydi. Çevresi 185 metre, yüksekliği 32,40 metredir.
Cezayir - 16-Cezayir.jpgCezayir’de Konaklama   :

Başkent Cezayir’de üç gece konakladığımız 4 yıldızlı Soltane Hoteli beğendim. Avrupa’nın üç yıldızlı otelleri standardında. Oda temiz, geniş ve ferah, yatak rahattı. Otel personeli grubumuza gereken ilgiyi gösterdi. Kahvaltı dışında akşam yemeklerini de açık büfe olarak yediğimiz oteldeki yemeklerden memnun kaldım. Bu yüzden Cezayir’e gelecek gezginlere öneririm.

Cezayir’de Yeme – İçme  :

Tur boyunca akşam yemeklerini otelde yedik. Öğle yemekleri için de acentenin önerdiği restoranlar tercih edildi. Bunlar içinde Tipasa’da deniz kıyısındaki  Dauphin Restaurant benim en çok memnun kaldığım restoranlardan biri oldu. Balıklar tazedeydi ve barbun, dil, levrek, mercan, tavuk balığı, sardalye gibi ülkemizde de yediğimiz lezzetli balıklar vardı. Bazı arkadaşlar karides siparişi verdi. Karidesler de son derece lezzetliydi.
Yalnız burada içki yok. Eğer balığın yanında içki içmek isterseniz, Tipasa’da yine antik kent yakınında buna alternatif olacak Romana adlı restoranı tercih edebilirsiniz.

Bugüne kadar yapmış olduğum seyahatlerimi hep kendim organize ettim. Cezayir turla gittiğim nadir ülkelerden biri oldu. Bundan üç yıl önce bir arkadaşımla gitmek için bir girişimim olmuş ama turistik vize almakta yaşadığım zorluktan ötürü vazgeçmek zorunda kalmıştım. Çok sevdiğim ve seyahatlerde son derece deneyimli bir abim olan Atilla Ege’nin, Cezayir’e tur yapacağını duyunca onun grubuna katılmaya karar verdim. Özellikle UNESCO dünya miraslarını gezmeyi amaç edinmiş gezginlerin meydana getirdiği 16 kişilik iyi bir grup oluşmuştu. Gezmeyi benim gibi bir yaşam tarzı haline getirmiş ve hakkını vererek bilinçli gezen bu insanları tanımak ve onlarla birlikte bu turu yapmak benim için keyifli olacaktı.

Tüm hazırlıkları tamamlandıktan sonra THY’nın seferiyle 24 Nisan günü ülkeyle aynı adı taşıyan başkent Cezayir’e doğru yola çıktık. Yaklaşık 3 saat 30 dakika süren bir yolculuk sonrası Cezayir’in Houari Boumediene Havalimanı’na ulaştık. 10 gün sürecek olan bu turumuz sırasında altı dünya mirasının yanı sıra, başkent Cezayir’den başlayarak ülkenin birçok güzel yerini keşfedecektik. Açıkça söylemek gerekirse, turizmde emekleme dönemini yaşayan ve bugüne kadar sahip olduğu güzellikleri bir türlü dünyaya sunamamış olan Cezayir’i keşfetmek benim için heyecan verici ve ilginç olacaktı.


Genel Bilgiler       :   

* Cezayir batıda Fas ve Batı Sahra, doğuda Libya ve Tunus, güneyde Nijer, Mali ve Moritanya, kuzeyde ise Akdeniz ile çevrilidir.
* 2.3871.741 km2 lik yüzölçümü ile Afrika’nın en büyük, dünyanın ise 11. büyük ülkesi.
* 2018 verilerine göre nüfusu 42 milyon civarındadır. Bu nüfusun %90 gibi büyük bir kısmı ülkenin kuzeydeki kıyı kesiminde yaşamaktadır.
* Başkent Cezayir  (Fransızca’da Alger – Arapça’da El Dejezair diye söyleniyor)
* Oran – Constantine – Annaba – Batna – Sétif – Tlemcen diğer önemli şehirleri.
* Ülke 48 vilayete bölünmüş.
* Nüfusun % 99’u Müslüman, %1 diğer dinlerden.
* Ülkenin resmi dili Arapça. Ama eski Fransız sömürgesi olan bu ülkede halkın büyük kesimi Fransızca konuşabilmektedir. Ayrıca Fransızca ticari ve idari anlaşmalarda kullanılmaktadır.
* Para birimi Cezayir Dinarı (DA). Bankaların ve otellerin uyguladığı kur daha düşük. Acente sahibi ihtiyacımız olan dövizi bize daha iyi bir kurdan verdi. 1 Euro için 150 DA 1 USD için 130 DA ödedi. Sokakta para bozanlar bunun da üzerinde bir kur veriyorlar.
* Ülke topraklarının %80 kadarı çölle kaplı.
*Türkiye’den 2 saat geride.
* Ülkede iklimsel özellikler farklılık gösterir. Kuzeyde Akdeniz kıyısında Akdeniz iklimi görülürken, kuzeydeki dağlarda daha serin bir hava hakimdir. Güneyde ise çöl iklimi görülür. Gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı yüksektir.

Cezayir’e Ne Zaman Gidilir   :

Farklı iklimsel özellikler gösteren Cezayir’in birçok yerini gezmek istiyorsanız, bu ülkeye gitmek için en iyi dönemin 15 Nisan –  15 Mayıs ya da 15 Eylül – 31 Ekim tarihleri olduğunu söyleyebilirim. Ben de bu sene 24 Nisan – 03 Mayıs tarihleri arasında oradaydım ve gezmek için ideal bir hava vardı.

Cezayir’e Nasıl Gidilir  :

Eğer İstanbul’dan ülkenin başkenti Cezayir’e ya da Oran ve Constantine gibi büyük şehirlerden birine direk uçmak istiyorsanız, THY’ını (Turkish Airlines) tercih edebilirsiniz Uçuş süresi yaklaşık 3 saat 30 dakikadır. Bilet fiyatları gidiş-dönüş olarak 3400 YTL civarında. Gerçi diğer havayollarına göre biraz pahalı ama gayet konforlu ve rahat bir uçuş.
Eğer daha uygun bir fiyata, aktarmalı olarak uçmak isterseniz, o zaman Air Algerie – Alitalia – Atlas Global ve Lufthansa gibi alternatifleri de göz önünde bulundurabilirsiniz. Bu arada Air Algerie’nin (Cezayir Havayolları) Oran şehrine de direk seferi olduğunu duymuştum.

 Cezayir’e Vize Nasıl Alınır  :

Umumi yani  bordo pasaportu olanların Cezayir’e girebilmesi için Ankara’daki Cezayir Elçiliği’nden vize almaları gerekiyor. 30 günlük turistik vizeyi 40 Euro karşılığında bir iki gün içinde veriyorlar. Ama vizeyi almak hiç te kolay değil. Aslında istenen evraklar fazla değil. Uçak ve otel rezervasyonu, doldurulan bir form, iki fotoğraf, seyahat sigortası gibi kolay temin edilebilecek evraklar. Ama bunlar vizeyi alabilmeniz için yeterli olmuyor. Cezayir’den resmi bir davetiye getirmeniz gerekiyor. Eğer orada yaşayan bir tanıdığınız yoksa, o zaman oradaki bir tur operatörü ile bir gezi programı üzerine anlaşıp, onun vasıtasıyla resmi bir davetiye getirtebilirsiniz. Diğer alternatif ise Türkiye’den Cezayir’e tur düzenleyen bir acentenin turuna katılmak olacaktır. O zaman bu sorunu sizin yerine onlar halleder.

Cezayir’deki Turizm Acentesi  :

Cezayir’deki 10 günlük turu düzenleyen turizm ve seyahat acentesi Sara Voyages idi. Merkezi Guelma şehrindeki acentenin organizasyonundan ve bize karşı gösterdikleri ilgiden tüm grup olarak çok memnun kaldık. Acente sahibinin oğulları Mohammed ve Abdülkadir  tur boyunca bizimle birlikteydiler ve bizim rahat edebilmemiz için gereken gayret ve ilgiyi gösterdiler. Cezayir’e gidecek gezginlere bu acente ile bağlantı kurmalarını öneririm.
E-Mail : saravoyages@hotmail.com

Cezayir’in Tarihi      :

*Tarih boyunca istilalara maruz kalan Cezayir’e ilk yerleşen yabancılar MÖ1000’li yıllarda denizci ve tüccar bir kavim olan Fenikeliler olmuş.
*MÖ.814 yılında bir Fenike kolonisi olan Sur kentinden göç edenler tarafından kurulmuş bir Kartaca egemenliğini görmekteyiz.
*MÖ.145 yılında Kartacıları mağlup eden Romalılar Cezayir topraklarını ele geçirerek burada hakimiyet kurdular.
* MS.429 yılında Vandal istilasıyla Roma İmparatorluğu’nun buradaki egemenliği sona erdi.
* 7 yüzyılda Arap saldırılarına maruz kalan Cezayir’in Müslüman olması da bu dönemden itibaren gerçekleşmiş.
*1534-1830 yılları arasında Cezayir’de Osmanlı hakimiyetini görmekteyiz. Bugün de Osmanlı’nın izleri camilerde ve müze haline getirilmiş eski saraylarda görülmektedir.
*1832’den itibaren ülke topraklarını ele geçirmeye başlayan Fransızların tüm ülkeye hakim olmaları onbeş yılı aşkın bir süreyi almış. Cezayir 1962’ye kadar Fransız sömürgesi olarak kalmış.
*1954-1962 yılları arasında Fransa’ya karşı girişilen bağımsızlık mücadelesi sırasında 1 milyondan fazla Cezayirlinin hayatını kaybettiği söylenir.
* 5 Temmuz 1962’de Cezayir bağımsızlığını kazanmış. Böylece Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti kurulmuş.
*1992-1995 yılları arasında Cezayir’de yaşanan iç savaş ve terör olayları ülkeye büyük zarar vermiş.
*2000’li yıllara gelindiğinde ülke güvenliği ve huzuru yeniden sağlanmış olsa da, zaman zaman hükümeti protesto eden gösteriler, ekonomik kriz devam etmektedir.

Cezayir’in Ekonomisi    :

Cezayir gelişmekte olan bir ülke. En büyük gelir kaynağı da petrol . Bunun yanı sıra doğal gaz rezervinde de dünyanın en zengin ülkelerinden biri.
Her ne kadar topraklarının büyük kısmı çöl olsa da, tarımsal ürünler de ekonomisinde önemli bir yer tutuyor. Buğday, arpa, çavdar, üzüm, zeytin, narenciye, hurma, havuç ve marul gibi çeşitli sebzeler yetiştirilmektedir.
Başlıca sanayi ürünleri arasında petrokimya ürünlerini, hafif sanayi ürünlerini ve paketlenmiş gıda ürünlerini (hurma  gibi) sayabiliriz.
Günümüzde Cezayir ekonomisi ağırlıklı olarak petrol ve tarıma dayalı olsa da, ülke aslında büyük bir turizm potansiyeline sahip. Burada Djemila, Timgad ve Tipasa başta olmak üzere iyi korunmuş Roma kentleri var. Ayrıca başkent Cezayir başta olmak üzere, Oran ve Constantin gibi büyük şehirleri de görülmeye değer güzellikte. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan çöldeki M’Zab Vadisi son derece ilginç ve farklı bir bölge. Kısacası bu ülke gerek tarihsel değerleri, gerekse sahip olduğu doğal güzellikleriyle turizmde çok daha fazlasını hak ediyor. Ama ne yazık ki gözlemlediğim kadarıyla günümüzde turistler tarafından ülkeye gösterilen ilgi son derece az. Eğer gerekli tanıtım yapılır ve ülke kapılarını giderek dışa açarsa, gelecek yıllarda Cezayir’e çok daha fazla turist geleceğinden hiç şüphem yok.

Cezayir Güvenli mi ?  :

Cezayir’de zaman zaman hükümeti protesto eden bazı sokak gösterileri olsa da, bazı hırsızlık ve gasp olaylarına rastlansa da, güvenli bir ülke olduğunu söyleyebilirim. Bu tip olaylar dünyanın birçok ülkesinde yaşanabiliyor. Bu yüzden pek kafaya takmaya gerek yok. Sadece dikkatli ve temkinli olmak yeterli.

Biz grup olarak gittiğimizden her zaman polis eskortu eşliğinde gezdik. Herhangi kötü ya da bize rahatsızlık verecek bir olayla karşılaşmadık. Gittiğimiz her yerde de Cezayir halkından gereken ilgi ve saygıyı gördük. Polis eskortu olmasının sebebi, yeni yeni gelişmeye başlayan turizm sektöründe, turiste verdikleri önemden kaynaklanıyor. Turistin en güvenli ve en rahat bir şekilde seyahat etmesini sağlama gayreti içindeler.

Yalnız gidecek gezginler başkent Cezayir, Constantine, Oran gibi büyük şehirlerde rahatlıkla gezebilirler. Yalnız iç kısımlara ve küçük yerleşim bölgelerine gidecek olurlarsa, Cezayir’deki bir acentenin organize edeceği bir tura katılmalarını öneririm

Cezayir’de Alışveriş    :

Cezayir’den alınabilecek hediyeliklerin başında hurma geliyor. Gerçekten hurmaları oldukça lezzetli. Hatta Cezayirliler en iyi hurmanın kendi ülkelerinde üretildiği iddiasındalar. Buradaki rehberimden öğrendiğim bir şey de, yağışın az olduğu yerde yetişen hurmanın daha lezzetli olduğuydu.
Halı, kilim ve çeşitli tekstil ürünleri gibi şeyler yine buradaki dükkanlarda gördüğüm şeylerden bazıları.

Cezayir’de Yeme – İçme  :

Cezayir mutfağının Fas ve Tunus gibi komşu ülke mutfaklarıyla benzerlik gösterdiğini söyleyebilirim. Ülkede en çok et yeniyor. Bunların başında da koyun, sığır ve tavuk eti geliyor.
Akdeniz kıyısındaki kentlerde taze balık yiyebileceğiniz iyi restoranlar var. Tipasa’da  yediğim balık ve karides çok lezzetliydi.
Cezayir’in en önemli spesialitelerinden biri Şakşuka (Chakchouka). Et (koyun ya da yerine göre tavuk eti) ve patates, havuç, kabak gibi sebzelerle birlikte servis edilen kuskus Cezayir’in bir diğer spesialitesi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

error: