Cezayir turunun son iki gününü ülkenin en ilginç ve farklı bir köşesine ayırmıştık. Burası Cezayir’in en karakteristik ve turistler tarafından en çok ilgi gören bölgesiydi. Sahra Çölü’nün girişindeki M’Zab Vadisi başkent Cezayir’in 600 km kadar güneyinde yer almaktaydı. Buraya başkentten uçakla gidecektik. Ama önce Guelma’dan Annaba’ya geçmek ve oradan da başkente uçmak zorundaydık.
Başkentten havalanan pervaneli küçük uçağımız güzel geçen yolculuk sonrası, 1 saat 15 dakika kadar bir süre sonunda Ghardaia’nın Moufdi Zakaria Havalimanına indiğinde hava tamamen kararmıştı. Bu küçük havalimanından otelimize 20 kilometrelik bir yolumuz vardı. Akşam yemeğini otelde yiyip dinlendikten sonra, ertesi gün rehberimizle birlikte M’Zab Vadisi’ndeki beş şehri keşfe çıktık.
Ghardaia M’Zab Vadisi’ndeki beş şehirden en büyüğü ve en görülmeye değer olanı. Zaten vadinin tümü 1982’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Bu da buranın önemini ortaya koyuyor.
Bu vadideki şehirler 11. yüzyıldan itibaren kurulmaya başlamış. Dini gelenekler ve İbadit inancı buranın Berberi halkı Mozabitlere özgün bir şehir ortamı geliştirmesine yardımcı olmuş. Her kent kaleye benzeyen bir cami çevresinde inşa edilmiş. Caminin minaresi sıklıkla bir haberleşme kulesi fonksiyonu görmüş.
M’Zab Vadisi’ndeki en ilginç şey, burada yaşayan kadınların büyük bir kısmının kapalı ve beyaz çarşaflı olmasıydı. Evli olan kadınların sadece tek gözünü görebiliyorsunuz. Bekar olanların ise sadece yüzlerini görmek mümkün. Kısacası burada kadının adı yok. Bugüne kadar dünyada dinin toplum üzerinde etkisinin hissedildiği birçok İslam ülkesi gezdim ama ilk kez bu kadar bağnaz ve içe dönük bir toplum yapısıyla karşılaşıyordum.
İbadiyye mezhebine bağlı Berberi kökenli Mozabitlerden oluşan bu halkın kadınlarının fotoğraflarını çekmek kesinlikle yasak. Sizi farkettikleri anda sanki kaçacak delik arıyorlar. Ya bir duvarın arkasına geçip gizlenmeye, ya da sırtlarını dönüp oradan hızlıca uzaklaşmaya çalışıyorlar.
*El Atteuf :
Turumuza M’Zab Vadisi’nin güney doğusunda yer alan, buranın en eski şehri El Atteuf ile başladık. Rehberimizin dediğine göre, burası vadinin en güzel şehriymiş. 1012 yılında kurulan şehrin nüfusu 7 bin kadar.
Şehrin ana kapısı 18. yüzyıla tarihleniyor. Eskiden bu kapıdan kervanlar şehre giriş yaparmış. Şehrin sokakları daracık ve dolambaçlı. Bu sokaklarda dolaşırken yer yer oyuklara rastlıyoruz. Erkeklerle karşılaştıklarında kadınlar bu oyuklara girip, önce onların geçmesine izin veriyorlar.
Şehrin merkezinde bir cami var. Caminin bir kapısından erkekler girerken, kadınlar diğer kapıyı kullanıyorlar.
Vadideki tüm şehirlerde taşımacılık eşek ve katırlarla yapılıyor. Gerek kentin ana meydanında, gerekse dar sokaklarında yük taşıyan bu hayvanlara rastlıyorsunuz.
El Atteuf’dan ayrılırken, şehrin biraz dışında kalan bir mezarlık gördük. Bana oldukça ilginç geldi. Şekilsiz taşları üst üste yığarak yan yana mezarlar yapmışlar. Mezarın kime ait olduğunu belirten herhangi bir yazı yok. Sadece eğer baş kısmında tek bir taş varsa kadına ait, iki taş varsa erkeğe ait olduğunu anlayabiliyorsun. Tam ortasında taş olan mezar ise, ölen kadının hamile olduğuna işaret ediyor.
*Bou Noura :
El Atteuf’u gezdikten sonra, kuzeye doğru çıkarken yolumuzun üstünde Bou Noura vardı. Bu vadinin ikinci en eski kentiydi. Bu şehrin Ghardaia’ya giden yol üzerinden fotoğraflarını çekmekle yetindik. Çöl rengindeki şehir uzaktan çok güzel görünüyordu. Ama ne yazık ki ziyaret etme imkanımız olmadı. Rehberimizin dediğine göre, buranın halkı yabancılara tepkili ve son derece bağnaz olduğu için turist ziyaretine kapalıymış.
Uzaktan gördüğümüz kadarıyla, kentin en yüksek yerine yapılmış bir cami var. Berberi cami minareleri Araplarınkinden farklı bir formda, onların gibi kare şeklinde yükselmiyor.
*Ghardaia :
Otelimizin de bulunduğu Ghardaia bence vadinin en güzel şehri. Aynı zamanda en büyüğü ve en ticari olanı. Hareketli ve canlı büyükçe bir çarşısı var. Şehrin ana meydanına geldikten sonra, gruba belli bir serbest zaman verildi. Gruptakilerin birçoğu alışverişlerini meydana açılan ara sokaklardaki dükkanlardan yaptı. En çok tercih edilen hurma oldu. Cezayir hurması gerçekten lezzetli.
Ghardaia çölün rengine uyum sağlamış toprak renkli yapıları, daracık ve dolambaçlı sokaklarıyla oldukça etkileyici ve şaşırtıcı. Bu daracık sokaklarda epey dolaştım ve bol bol fotoğraf çektim.
*Melika :
Öğle yemeği sonrası gezdiğimiz bu küçük şehir aslında beni pek fazla etkilemedi. Zaten burada oldukça kısa bir süre kaldık. Girip çıkmamız bir oldu. Önce bir köşesinde Berberilerin yapmış olduğu cami olan pazar meydanını gördük. Gezerken sokakların boş olması dikkatimi çekti. Öğleden sonranın bu ilk saatlerinde hava da çok sıcak olduğundan, sanırım hemen hemen herkes siesta yapmak için evlerine çekilmişti.
Melika beş şehir içinde en yukarıda kurulmuş olanı. Buradan Ghardaia kentin çok hoş panoramik bir manzarası var. Hem Berberilerin yaşadığı, hem de buraya göç eden Arapların yaşadığı birbirinden ayrılmış iki kısım görülüyor. Cami minarelerinin şeklinden iki yeri ayırt edebiliyorsunuz.
Kentin en önemli özelliği ise beyaz taşları olan mezarlık. Sözü dinlenen, akıl danışılan Sidi Aissa’nın mezarı burada.
*Beni İsguen :
Son gezdiğimiz bu kenti bizi belediye binası önünde karşılayan yaşlı bir lokal rehberle gezdik. Burası vadinin en geleneksel ve muhafazakar kenti olduğundan, lokal rehberimiz bizi kesinlikle fotoğraf çekmememiz konusunda uyardı.
Beni İsguen 16-17 yüzyıllar arasında kurulmuş. Fransızlar burayı 1882’de ele geçirdiğinde, buranın nüfusu 17 bin dolaylarındaymış.
Her zaman olduğu gibi kentin daracık sokaklarında bir süre dolaştık. Sonrasında eski bir cami ziyaretimiz oldu. Caminin iki kapısı vardı; biri erkekler, diğeri ise kadınlar için. Ayrı yerlerde dua ediyorlardı. Minberdeki delik ise müezzin ezan okuduğunda sesin yankılanması içinmiş.