Addis Ababa’yı gezdiğim günün ertesi, şöförüm Sofonias ile birlikte yola koyulduk. Altımızdaki araç Toyota jeep 4×4. Ülkenin tüm kuzeyini karayoluyla katedeceğimiz için, bazı yolların da yer yer bozuk olacağını düşündüğümüzde böyle bir arazi aracı kesinlikle uzun yol için gerekli oluyor. Ayrıca yaptığımız hesaba göre 12 günde toplam yaklaşık 4000 km gibi bir yol yapacağız. Bu hiç de öyle kolay değil. Belli yerlerde, özellikle girdiğimiz köy, kasaba ve şehirlerde hızlı gitme şansın yok. Önüne büyük ve küçük baş hayvanlar, kalabalık insan grupları, yük taşıyan kamyonlar ve başka engeller çıkabiliyor. Bu yüzden birçok turist ve gezgin bazı şehirler arasında gidip gelmek için havayolunu tercih ediyor. Bu tip uzun yollara alışık olduğumdan ve ülkeyi daha iyi tanıma, keşfetme düşüncesi ağır bastığından karayolunu tercih ettim. Özellikle gerek yol boyunca karşılaştığım ilginç insan manzaraları ve gerekse ülkenin güzel olan doğası nedeniyle bu yorgunluğa değdiğini düşünüyorum. Sadece Lalibela-Addis Ababa arasını uçakla yapmanızı öneririm.
İlk konaklayacağımız büyük şehir Addis Ababa’nın yaklaşık 560 km kuzeyindeki Bahir Dar. Bu tüm Etiyopya seyahatimin en uzun yolu olacak. 1800 metre yükseklikteki Bahir Dar, Tana Gölü kıyısında yer alıyor. Etiyopya’nın Riviyerası olarak tanımlanıyor. Palmiye ağaçlarının gölgelediği geniş caddeleriyle güzel bir şehir. Çevresindeki yerleri dikkate aldığımızda Etiyopya’nın görülmesi gereken şehirlerden biri. Tana Gölü, dünyanın en uzun nehri Nil’in iki kolundan bir tanesi olan Mavi Nil’in (diğer kolu Beyaz Nil, Victoria Gölü’nden başlıyor) çıktığı yer. Mavi Nil Tana Gölü’nden çıktıktan sonra, 30 kilometre ötede Mavi Nil Şelalesi’ni meydana getiriyor.
Bugün yolda geçti. Yol üzerinde küçük köylerden geçtik. Bir yerde mola verip, meşhur Etiyopya kahvesinden içtim. Sanırım Etiyopya seyahatim boyunca ilginç bir sunumu olan bu kahveden çok içeceğim. Ayrıca güzel bir manzara sunan Mavi Nil Boğazı’ndan geçtik.
Nihayet akşam saatinde iki gece konaklayacağım Abay Minch Lodge’a varabildik. Burası tüm Etiyopya seyahatimin boyunca en beğenmedim tesis oldu. Personel ilgisizdi. Bir de odamda sivrisinek problemi yaşadım. Oysa resepsiyonda bana odalarda sivrisinek olmaz denmişti. İyi ki yanımda önlem olarak sivrisinek kovucu getirmişim. Aslında 2000 metrenin altında kalan kuzeydeki tek yerleşim burası. Bir de göl kıyısında. Sivrisinek olmasının nedeni de bu. 2000 metrenin üzerindeki yerlerde sivrisinek ve dolayısıyla sıtma tehlikesi yok.
Yarın gezeceğim Bahir Dar’da programım şöyleydi. Önce sabah seansında Mavi Nil Şelalesi’ne gidecektim. Tana Gölü kıyısında alacağım öğle yemeği sonrası ise göl üzerindeki Zege Yarımadası’na tekneyle giderek buradaki tarihi kiliseleri ziyaret edeceğim.
Gezilecek Yerler :
*Mavi Nil Şelalesi :
Mavi Nil’in Tana Gölü’nden çıktıktan sonra meydana getirdiği, Bahir Dar’ın 35 kilometre güneyinde kalan bu şelaleye, yerel halk tarafından “Tiss İssat” (duman çıkaran su) ismi verilmiş. Sabah otelden ayrıldıktan sonra, yaklaşık bir saatlik bir sürede yerel rehberimle buluşacağımız yere vardık. Son olarak geçtiğimiz taşlı topraklı köy yolu ilginç insan manzaralarıyla doluydu. Özellikle arka arkaya sıralanmış şeker kamışı tarlalarının olduğu bu yolda, at arabalarına ve eşeklerin sırtına yüklenmiş şeker kamışı yaprakları ilginç görüntüler oluşturuyordu.
Lokal rehberimle buluşmanın ardından, aracı terk edip şelaleye kadar yer yer tırmanışların olduğu bir patikadan yürüyüşümüzü sürdürdük. Bu arada nehrin diğer tarafına geçerken kullandığımız tarihi Portekiz Köprüsü’nü 1632’de Kral Fasilidas yaptırmış. İlginç insan manzaralarına tanıklık ederek yaptığımız bu yürüyüş sonunda Mavi Nil Şelalesi’ne varmıştık.
Aslında Afrika’nın önemli bir şelalesi. Yalnız şu anda kuru dönem olduğundan suyu iyice azalmış durumda .Yağmurlar mayıs-eylül arası. Bu nedenle şelalenin suyunun en bol olduğu ve doğanın yemyeşil olduğu ekim ayı burayı ziyaret için en uygun dönem. Ama sonunda burası çok güzel bir doğa manzarasına tanıklık edeceğiniz bir yer. Bol bol fotoğraf çektikten sonra, Mavi Nil’i besleyen küçük bir ırmak olan Alata Irmağı üstünden geçen asma köprüyü geçerek şelalenin yanına kadar ulaştık.
*Zege Yarımadası Manastırları :
Tana Gölü 3600 km2lik yüzölçümüyle ülkenin en büyüğü. Göl milyonlarca yıl önce volkanik püskürtme neticesinde oluşmuş. Göl üzerinde 37 ada ve 29 tane de manastır bulunuyor. Bunlardan yirmisi üzerinde yer alan manastırlar 16-17 yüzyıllarda inşa edilmiş. Bu tarihi manastırlar gerek mimarileri, gerekse içindeki iyi korunmuş resimleriyle görülmeye değer güzellikte. Ben de turistlerin en çok ziyaret ettiği ve en güzel manastırların yer aldığı Zege Yarımadası’ndakileri görmeye gittim. Bunun öncesinde Tana Gölü kıyısındaki Lake Shore adlı restoranda keyifli bir öğle yemeği yedim. Burası açıkçası hoşuma gitti. Tam kafa dinlemek için, sessiz ve sakin bir mekan. Manzarası güzel. Ayrıca yemekleri de lezzetliydi.
Öğle yemeği sonrası tekneyle Zege Yarımadası’na gittim. Yaklaşık bir saat süren tekne turu ardından oradaki yerel rehberle buluşup yarımada üzerindeki turumuza başladık. Yarımada üzerinde kahve ağaçları göze çarpıyordu. İlk gezdiğim Azwa Maryam Manastırı oldu. Alışılagelmiş kilise mimarisinden farklı bir yapı. İlk kez böyle bir kilise ziyaret ediyordum. Etiyopya’nın kendi kültüründe yarattığı geleneksel kilise mimarisine sahip. Yuvarlak şekildeki kilisenin damı ağaç ve bitki köklerinden örülmüş. Kilisenin üç kapısı var. Bunlardan kuzey kapısı erkekler, güney kapısı kadınlar ve batı kapısı rahipler için. Kilisenin içinde ise on iki havariyi temsil eden 12 tane kapısı var. Ancak kapının arkasına geçemiyorsunuz çünkü burada Etiyopya’daki her kilisede olduğu gibi Kutsal Ahit Sandığı’nın bir kopyası var. Onu sadece kilisenin baş papazı görebiliyor. İç kısmında ise İsa’nın hayatının tasvir edildiği İncil’den çok güzel resimler yer alıyor.
Manastırlar arasında belli bir mesafe olduğundan, zaman kaybetmemek için tekrar tekneye binip yarımadanın en büyük ve en güzel manastırı olan Uda Kitane Mihret’e gidiyoruz. 14. yüzyılda inşa edilmiş mimarisi ve dini nitelikteki duvar resimleriyle Etiyopya’nın en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır. Buradaki manastırlarda duvar resimlerinin olması, insanların o dönemde okuma yazma bilmemesi ve her şeyi duvar resimleriyle anlatmaya çalışmasıyla ilgili.
Zamanım olsaydı Tana Gölü üzerindeki başka manastırları da ziyaret edebilirim. Ancak bu iki manastırı görmek de bana buradaki manastırlar hakkında iyi bir fikir verdi. Sonrasında tekrar Bahir Dar’a doğru tekneyle dönüşe geçtik. Bahir Dar’a yaklaştığımızda su aygırlarını ve papirüsten botun içindeki bir balıkçıyı gördük. Tana Gölü’nde balıkçılar papirüsten yapılma küçük botlarıyla balık avlamaya çıkıyorlar.