Tag

karlovy vary

Browsing

Sıcak su kaynaklarıyla meşhur, mimarisi göz kamaştıran Karlovy Vary, çıktığım Orta Avrupa turlarının hepsinde tur programına dahildi. Bu da bana, dünyaca ünlü bu kaplıca merkezini defalarca görme imkanını verdi. Her seferinde de burada bulunmaktan büyük keyif aldım.
Ülkenin en batısında, Almanya sınırına 30 km mesafede olan Karlovy Vary’e otobüsle yaklaşık iki saatte ulaşılıyor. Yol boyunca küçük yerleşimlerden geçiyorsunuz. Ama en çok dikkat çeken şey, bira yapımında kullanılan şerbetçiotu tarlaları. Bu tarlaları yol üzerindeki Krusovice köyünden sonra, Karlovy Vary’e biraz daha yaklaştığımızda görmeye başlıyorsunuz. Bira ülkesi Çekya’da Krusovice köyü siyah bira yapımıyla meşhur.

Otobüsten indikten sonra tüm şehri yürüyerek rahatlıkla gezebiliyorsunuz. Bunun için bir gününüzü buraya ayırmanız yeterli. Karlovy Vary’yi keşfederken, refah seviyesi yüksek, şık bir şehirde bulunduğunuz izlenimine kapılıyorsunuz. Özellikle şehrin omojen mimarisinden etkilenmemek mümkün değil. Tabii bunda şehrin tarihini, ekonomisini, mimarisini etkileyen sıcak su kaynaklarının rolü büyük. Karlovy Vary’nin gelişmesi sıcak su kaynaklarının tedavi edici etkileri sonucunda meydana gelmiş. Buradaki kaynakların keşfedilmesi Bohemya’ya en parlak dönemini yaşatan Kral IV.Karl tarafından 1350’de gerçekleşmiş. Kendisinden Prag’daki St.Vitus Katedrali, Karl Köprüsü gibi yapıları inşa ettiren kral olarak bahsetmiştim.

Sıcak su kaynaklarının keşfiyle günümüzde birçok hastalık iyileştirilebilmektedir. Çok fazla turistin ziyaret ettiği bu şehre, bizim gibi gezme amaçlı gelenlerin dışında, tedavi olmak için de birçok kişi gelmektedir. Yalnız tedavi sadece şifalı suyun içinde banyo yaparak değil, sıcak su içilerek de uygulanmaktadır. 1725 yılından itibaren Dr.David Becher buradaki kaynak sularını tahlil ederek bu suyun tedavi amacıyla nasıl içileceğini tıbbi temellere oturtmuş. Günde aralıklı olarak iki ya da üç defa 200 cm3 suyu soğutmadan yudum yudum içmeyi ve bu arada bol bol yürümeyi tavsiye etmiş. Bugün de şehirde dolaşırken, insanların satın aldıkları porselen maşrapalara buradaki çeşmelerden sıcak su doldurup içtiğini ve Dr.Becker’in kurallarını uyguladığını görmekteyiz.

Karlovy Vary’ye tedavi amacıyla gelmiş ve kaplıcalardaki şifalı sulardan faydalanmış birçok ünlü kişi bulunmaktadır. Karl Marx, Freud, Beethoven, Goethe, Smetana, Dvorjak, Rus Çarı  Büyük Pedro, Gregory Peck, Mia Farrow, Gina Lolobrigida bir çırpıda sayabildiklerim. Tedavi amacıyla gelenlerden biri de Mustafa Kemal Atatürk. 1918’de çıktığı bir dış gezide hastalanınca, kendisine burayı tavsiye etmişler. İki ay süreli bir tedavi için buraya gelen Atatürk, bir görev için tedaviyi yarım bırakarak İstanbul’a dönmek zorunda kalmış. Bu yüzden Atatürk’ün kendisine verilen programı ne kadar hassasiyetle takip ettiğini ve ne kadar faydasını gördüğünü bilmiyoruz. Atatürk’e verilen program gibi kaplıca doktorları hastalara hangi kaynaktan ne kadar, hangi saatte ve günde kaç defa su içeceklerini söylüyorlar. Söylenen o ki, Atatürk Karlovy Vary’deki bu kaplıca tesislerini gördükten sonra, Yalova Kaplıcalarını yaptırmaya karar vermiş.

Karlovy Vary’de gezerken, güzergahımız üzerinde birçok çeşmeye rastlıyoruz. Buradaki çeşmelerin suyu aynı kaynaktan gelmesine rağmen, suların sıcaklıkları ve karbondioksit oranları birbirinden farklı.
Cekya - 24-Karlovy-Vary.jpgEn meşhur kaynak 2000 metre derinden gelip 12 metre kadar fışkıran Vridlo. Suyun sıcaklığı burada hemen hemen 74 derece.
Karlovy Vary’de çok güzel mimariye sahip kiliseler de var. Bunlardan biri de küçük bir tepede yer alan 1736 tarihli barok yapı Azize Maria Magdalena Kilisesi. Kiliseyi ünlü Çek mimar İgnac Diezenhofer inşa etmiş.
Cekya - 25-Karlovy-Vary.jpgOrta Avrupa’nın birçok yerinde görülen Veba Sütunu’na burada da rastlıyoruz. Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi veba salgını 1713’de tüm Bohemya’yı kırıp geçirmiş. 1716 yılına tarihlenen bu barok sütun, Karlovy Vary kentinin vebadan kurtulmasından sonra, tanrıya şükranların bir ifadesi olarak buraya dikilmiş. Teslis (Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi)Sütunu olarak da bilinen bu sütun heykellerle süslenmiş.
Cekya - 26-Karlovy-Vary.jpgMarket Place’de bulunan bu sütunun ilerisinde Küçük Versailles diye adlandırılan beyaz sütunlu kısım var.
Cekya - 27-Karlovy-Vary.jpgBuradan yukarıya doğru uzanan yola devam edildiğinde, karşımıza zenginlerin oturduğu bahçeli çok güzel villalar çıkar.
Kentin ana caddesi Stara Louka Tepla Nehri boyunca uzanır.. Bu cadde üzerinde alışveriş yapabileceğiniz birçok dükkan var. Ayrıca bazı ünlü kişilerinde de zamanında kaldığı mimarisi göz alıcı evler sıralanmış.
Cekya - 28-Karlovy-Vary.jpg

Cekya - 29-Karlovy-Vary.jpg

Karlovy Vary’nin en meşhur kafesi “Elefant Café” burada. Ünlü edebiyatçı Goethe’nin yolu bu şehre düştüğünde, 1786 yılında 37.nci yaşgününü bu kafede kutlamış. Binanın cephesi altın bir fille süslenmiş.
Elefant Cafe’den sonra, cadde üzerinde Mozart’ın Evi var. Ayrıca Elephant Cafe’ye gelmeden önce Rus Çarı Büyük Pedro’nun (bizde bilinen ismiyle Deli Pedro) kaldığı ev bulunuyor. Kapısında kaldığı 1711-1712 tarihi yazılı. Bunun hemen biraz ilerisinde Becherovka likörü, kağıt helva, sıcak su içilen porselen maşrapaları satan, Türk turistlerin de çok uğradığı bir dükkan var.

Karlovy Vary’ye gelen gezginlere Diana Tepesi’ne çıkmalarını öneririm. Buranın en büyük ve en meşhur oteli Grand Hotel Pupp’ın hemen arkasındaki dar sokaktan biraz yukarıya doğru yürüdüğümüzde karşımıza çıkacak olan füniküler bizi tepeye kadar çıkarıyor. Her 15 dakikada bir kalkan füniküler ilk kez 1912 yılında inşa edilmiş, 1988’de ise yeniden yapılmış. Bekleme sürelerini de hesaba kattığımızda yaklaşık 45-50 dakikalık bir süreyi buraya ayırmalısınız. Tepeden Karlovy Vary’nin yemyeşil çevresiyle harika bir manzarası gözler önüne seriliyor. Ben ilk gelişimde çıkmıştım. Doğrusu buna değiyor.

Karlovy Vary’de görülmeye değer yerlerden biri de, sıra sıra sütunların yer aldığı kentin en büyük sütunlu bölümü (124 sütunlu) olan Mill Kolonad. Burası neo-rönesans stilinde 1871-1881yılları arasında ünlü Çek mimar Josef Zitek tarafından inşa edilmiş. Karlovy Vary’nin geleneksel sembollerinden biri olan Mill Kolonad’ın portkolu kısmını senenin oniki ayını tasvir eden oniki heykel süslüyor. Bu portikolu kapalı kısımda birkaç sıcak su kaynağı var. Hemen yan taraftaki 3.Kaplıca Evi 1866 yılında inşa edilmiş.
Cekya - 30-Karlovy-Vary.jpgMill Kolonad karşısında, Tepla Irmağı’nın sağ kıyısındaki Vridelni Caddesi üzerinde 19. yüzyıl sonuna tarihlenen göz alıcı yapılar var. Zaten Karlovy Vary’deki en gösterişli yapılar, kentin refah düzeyinin yüksek olduğu 1870-1890 yılları arasında inşa edilmiş. O yıllarda kent çok yoğun bir yapılaşmaya sahne olmuş. Bu yapılardan ünlü İsviçreli mimar Corbusier de etkilenmiş. Ona göre Karlovy Vary Çekya’daki en omojen ve cazibeli mimariye sahip kent.
Cekya - 31-Karlovy-vary.jpgKarlovy Vary’de çok güzel parklar var. Dvorjak, Mozart, Smetana ve Richmond Park gibi…Bu parkların varlığı kente ayrı bir güzellik katıyor. Bunlardan güzel bir çeşmenin de yer aldığı Smetana Park, ilk gezdiğimiz Elizabeth Kaplıcası karşısındadır. Bu aynı zamanda 5.nci kaplıca olarak bilinir. 1906 yılında inşa edilmiş.
Cekya - 32-Karlovy-Vary.jpgParkın karşısına gelen Postane Binası, yine kentin etkileyici yapılarından biri. Sonuçta Karlovy Vary’de görülmesi gereken kısım Postane ile Pubb Hotel arasında kalmaktadır.

Karlovy Vary’ye Nasıl Gidilir  :

Prag’dan Karlovy Vary’ye ulaşmanın en iyi yolu otobüs. Prag metro istasyonu yanındaki Florenc Otobüs Terminali’nden bineceğiniz otobüs sizi yaklaşık 2 saat 15 dakika gibi bir sürede Karlovy Vary’ye ulaştırıyor. Otobüsten indikten sonra yürüyerek tüm kenti gezebilirsiniz.
Karlovy Vary’ye giden iki otobüs firması var. Biz giderken Regiojet’i tercih ettik. Diğerine göre biraz daha konforlu. Kişi başı tek gidiş fiyatı 170 CZK. Ödemeyi ister Euro, ister Çek Kronu ile ya da kredi kartıyla yapabiliyorsunuz. Dönüşte ise Flix Bus’ı tercih ettik. Kişi başı 170 CZK ödedik.

 Karlovy Vary’den Ne Alınır  :

Karlovy Vary’ye özgü bir şey alacaksanız, buraya gelen birçok kişi gibi tercihiniz üzeri resimli porselen maşrapalar olmalı. Şehirde dolaşırken buradaki çeşmelerden akan kaynak sularından bu maşrapalara doldurup içen turistlere rastlıyorsunuz. Çeşitli renk, desen ve formlardaki bu maşrapaları satan birçok dükkan var.
Cekya - 33-Karlovy-Vary.jpgPrag kısmında bahsettiğim gibi, yine bu şehre özgü bir içki olan Becherovka, buradan alınabileceklerin başında gelir. %40 alkol içeren, çeşitli ot ve baharatın Karlovy Vary maden suyu ile damıtılması sonucu ortaya çıkmış tarçın tadındaki bu likör, ağızda nefis bir tat bırakıyor. Ben de her gelişimde en az birkaç şişe almadan dönmüyorum. Hem yemek öncesi, hem de sindirimi kolaylaştırdığı için yemekten sonra içilebiliyor.
Cekya - 34-Karlovy-vary.jpgKarlovy Vary’nin keten helvası meşhur. Stara Louka ana caddesi üzerindeki dükkanlardan birinde onluk paketler halinde bulabilirsiniz.
Yine Prag kısmında bahsettiğim granat taşı, buradan alınabilecek hediyeliklerden biri. Koyu kırmızı renkteki bu taştan yapılma kolyeler, küpeler, bilezikler kuyumcuların vitrinlerini süslüyor. Stara Louka üzerinde, sahibi Türk olan ve Türklerin sıkça alışveriş ettiği bir dükkan var.
Bilindiği gibi Çekya’nın kristalleri meşhur. Bunların başında Moser kristalleri geliyor. Lazenska Caddesi (Veba sütunundan sonra) üzerinde bu kristalleri satan dükkanlar var. Kristaller oldukça pahalı. Ama her bütçeye uygun küçük hediyelikler de var. Ayrıca aynı cadde üzerinde meşhur Thun porseleni mağazası var.

Karlovy Vary’de Yeme – İçme  :

Karlovy Vary’de bugüne kadar tek bir restoranda yemek yedim. Çünkü burada hem yediklerimden ve hem de servisten her zaman memnun kalmıştım. Ayrıca fiyatlar gayet makuldü. Burası Stara Louka caddesi üzerinde, biraz geride kalan U Svejka . Restoranın önünde Aslan Asker Svayk’ın bir maketi var. Geleneksel Çek mutfağının lezzetli yemeklerini sunan bu restoranda genellikle tercihim ördek eti oluyor. Ama bunun yanı sıra biftek olsun ya da tavşan gibi diğer av hayvanlarının etlerini de gayet güzel pişirirler. Yanında pilav ya da lahana gibi sebzelerle servis ederler.
Cekya - 35-Karlovy-Vary.jpg Cekya - 36-Karlovy-Vary.jpg

Prag defalarca gezdiğim ve her gezdiğimde büyük keyif aldığım bir şehir. Bu defa uzun bir aradan sonra Prag’a tekrar dönüyordum ve bu sefer keyfini olabildiğince çıkaracaktım. Dört gün konaklayacağım bu güzel şehri gezmeye iki tam gün ayırmıştım.

Prag tam bir açık hava müzesi. Şehrin merkezinde dolaşırken başınızı nereye çevirseniz ya tarihi ya da mimarisi güzel bir yapıyla karşılaşıyorsunuz. Şehir sizi daha ilk görüşte büyülüyor. Gezdikçe daha fazla sevmeye başlıyorsunuz Prag’ı. Sizi giderek kendine bağlıyor. Ünlü Çek yazar Franz Kafka Prag ile ilgili şöyle demiş : “Prag gitmenize izin vermez, bu küçük annenin pençeleri var. Bu kentte boyun eğeceksin, kurtulmak istiyorsan ise ateşe vermekten başka çare yok.”.

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne 1992’de dahil edilmiş Prag için bugüne kadar çok farklı tanımlamalar, yakıştırmalar yapılmış. Bin kuleli kent, kuzeyin Roması, hüzün veren kent, aşıklar şehri, Altın Prag, bunlardan birkaçı. İşte Prag tüm bu tanımlamalara uyuyor. O da İstanbul ve Roma gibi yedi tepe üzerine kurulmuş.

Gezmesi son derece kolay olan bir kent. Yürüyerek rahatlıkla gezilebiliyor. Her gelişimde ve yaptığımı turlarda kenti yürüyerek gezdim. Zaten bir kenti daha iyi tanıyabilmenin, anlayabilmenin yolu da yürümekten geçiyor. Ama yine de kentin ruhunu anlamak ve onu tanımak oldukça zor. Sanırım bunun için belli bir süre Prag’da yaşamak gerekiyor.

Kentin ortasından, Hamburg’dan Kuzey Denizi’ne dökülen Elbe nehrinin bir kolu olan Vltava nehri geçiyor. Kuzeyden güneye doğru akan bu nehir, Prag kentini de ikiye bölüyor.
Nehrin sağ yakasında iki semt var. Biri Eski Kent (Stare Mesto), diğeri ise onun güneyinde kalan Yeni Kent (Nove Mesto). Yalnız yeni dediysem sakın ola ki mimarisi yeni binalar akla  gelmesin. O da eski; sadece yüzyıl farkı var. 13-15 yüzyıllara tarihlenmiş eski binalar, burada yerini 17-18 yüzyıllara ait barok üsluba bırakmış.
Nehrin sol yakasına gelince, orada da iki semt var. Biri bir zamanlar Bohemya krallarının yaşadığı saray ve şatoların yer aldığı Hradcany, diğeri ise onun daha güneyinde kalan Mala Strana (Küçük Mahalle) diye adlandırılan kısım. İşte bu dört semti de Prag’a geldiğinizde  mutlaka gezmelisiniz.
Cekya - 1-Prag.jpg

Prag sanatseverlere hitap eden bir kent. Resim galerileri, müzeleri, tiyatroları ve sanatsal etkinlikleriyle tam bir kültür ve sanat kenti. Smetana ve Dvorjak gibi klasik müzik alanında büyük üne sahip iki önemli besteci yetiştirmiş. Müzisyenlere karşı saygılı ve vefalı olan bu kent, zamanında Mozart, Beethoven, Chopin, Liszt, Wagner, Weber gibi büyük ustaları ağırlamış. Bugün de Mozart başta olmak üzere bu büyük sanatçıların konserleri devamlı düzenleniyor.
Ayrıca edebiyat alanında da ünlü yazarlar yetiştirmiş. Bunların başında Franz Kafka geliyor. “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”ni yazan Milan Kundera, “Aslan Asker Şvayk”ın yazarı Jaroslav Hasek, 1984’de Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış Çek şair Vitezslav Nezval bunlardan ilk aklıma gelenler. 

Prag Havalimanı’ndan Şehir Merkezi’ne Ulaşım :

 Prag Vaclav Havel Uluslararası Havalimanı  şehir merkezinin yaklaşık 17 km kadar kuzeybatısında bulunuyor. Trafik durumuna göre 30-35 dakikalık bir sürede kent merkezine ulaşıyorsunuz. Bunun için iki seçenek var. Bunlardan biri taksi kullanmak. Taksi için ödenen ücret 30 Euro civarında. Gideceğiniz yere ve trafiğin durumuna göre birkaç euro fazla ya da eksik olabilir. Eğer 3 ya da 4 kişiyseniz ve eşyanız fazlaysa, taksi ile otele kadar gitmek uygun olur. Diğer seçenek ise havalimanından kalkan havalimanı otobüsünü (Airport Express) tercih etmek. Yalnız bu otobüs tren istasyonuna kadar gidiyor. Buradan otele yürümek zor olursa, metro ya da tramvay kullanmak zorunda kalabilirsiniz. 

Prag’da Ulaşım    :

Prag yürüyerek rahatça gezebileceğiniz ve güzel keşifler yapabileceğiniz bir şehir.  Ama bazen zaman kaybetmemek adına ya da biraz daha uzak mesafelere ulaşabilmek için şehir ulaşım araçlarından yararlanmanız gerekiyor. Bunun için metro ya da tramvayı tercih edebilirsiniz. Metroda 30 dakika geçerli bir bilet için 24 CZK ödüyorsunuz. Bu biletler tramvayda da geçerli. Örneğin biz turumuza sabah erken saatte Hradcany Kalesi’nden başladık. Bulunduğumuz yerden yürümek büyük zaman kaybına yol açacağından, otelin yakınındaki duraktan tramvaya binip, indikten sonra kısa bir yürüyüşle bilet gişelerine ulaştık. Bu konuda konakladığınız otel size yardımcı olabilir.

Şehirler arası ulaşımda da otobüs ya da trenden birini tercih edebilirsiniz. Karlovy Vary, Cesky Krumlov gibi şehirlere otobüsler Florenc Otobüs Terminali’nden kalkıyor. Tren istasyonu ise onun hemen biraz ilersinde.

Prag’da Konaklama  :

 Prag’da her bütçeye uygun çok sayıda otel seçeneği var. Booking.com gibi sitelerden size uygun olan rezervasyonu yapabilirsiniz. Ben oteli seçerken en çok dikkat ettiğim otelin temizliği, konumu ve bir de kalite – fiyat dengesidir. Tüm bu özelliklere sahip otel olarak B&B Hotel Prague City’yi önerebilirim. Dört gün konakladığımız ve iki kişilik oda+ kahvaltı toplam 250 Euro ödediğimiz bu otelden memnun kaldık. Her şeyden önemlisi Florenc otobüs terminaline 7-8 dakikalık bir yürüme mesafesindeydi. Bu bize Karlovy Vary ve Cesky Krumlov’a giderken büyük kolaylık sağladı. Yine kentin merkezi kabul edilen Astronomik Saatin bulunduğu meydana yürüyerek 20 dakika gibi bir sürede ulaşabiliyorsun.

Başka bir gelişimde kalmış olduğum 4 yıldızlı Ambiance Hotel, yine memnun kaldığım fiyat-kalite dengesi iyi olan bir işletme. Odaları geniş ve konforlu. Tren ve otobüs istasyonuna biraz uzak da olsa, meşhur Karl Köprüsü’ne yaklaşık 20 dakikalık bir yürüme mesafesinde.

Prag’da Yeme – İçme  :

Prag’da akşam gittiğimiz U Pavouka bir Ortaçağ tavernası. Kentin merkezinde Celetna sokağı içindeki bu tavernanın hem eğlencesinden, hem de yediklerimizden memnun kaldık. Oldukça büyük ve size o Ortaçağ atmosferini yaşatacak bir mekan. Önceden rezervasyon gerekiyor. Özellikle hafta sonları yer bulmak zor. Program saat 20.00’de başlıyor ve 22.30’a kadar sürüyor. Kişi başı ödenen ücret akşam yemeği ve sınırsız içki dahil (bira ya da şarap olabilir) 50 euro.


Cekya - 2-Prag.jpgKarl Köprüsü ayağındaki Mlynec, yemeklerin lezzetli olduğu beğenilen şık bir restoran. Yalnız fiyatlar oldukça yüksek. Ana yemekler 30 Euro civarında.
Çek yemeklerinden sıkılanlar ya da bu tip yemeklerden hoşlanmayanlar için Pizzeria Kmotra’yı tavsiye ederim. Milli Tiyatroya yürüme mesafesinde. Geniş bir mekan. Alt katı da var. Fiyatlar uygun. Pizzaları lezzetli.

Prag’da bir kafeye oturup bir şeyler içmek isterseniz, ilk önereceğim Slavia Cafe olur. Geçmiş yıllarda edebiyat ve sanat dünyasından birçok ünlü kişinin ziyaret ettiği bu kafeye ünlü şairimiz Nazım Hikmet de Prag’da bulunduğu günlerde gelirmiş. Ortadaki aynanın arka tarafında bir resmi var. Şık ve büyükçe bir mekan. Milli Tiyatro yakınındaki bu kafenin bir tarafı Vltava nehrine bakıyor.
Cekya - 3-Prag.jpg Prag’ın Tarihi   :

Çekler tarih boyunca yabancı işgallere uğramış slav kökenli mazlum bir halk. Prag Kalesi Hradcany’nin yapımıyla 9. yüzyılda başlayan Prag tarihi hep yabancı işgallerden oluşuyor. Bunların en uzunu 400 yıl kadar süren Habsburg hükümranlığı olmuş. Avusturya-Macar İmparatorluğu’nun 1918’deki çöküşü sonucu, Çeklerin ve Slovakların birleşmesiyle Tomas Masaryk başkanlığında kurulan Çekoslavakya’nın bu ilk bağımsızlık dönemi sadece 20 yıl sürmüş. 1938’de ülke Nazi Almanyası tarafından işgal edilmiş. 1948’de ise Sovyet denetimi altına girmekten kurtulamamış. 1968’de kısa süren bir özgürlük rüzgarını tanklarıyla dağıtan Sovyetler, bir 20 yıl daha ülkeyi boyundurluk altında tutmuş. Özgürlüğüne Soğuk Savaş bitimiyle 1989’da tekrar kavuşan Çekoslavakya, bu defa da 1993’de Slovakya’nın dayatması üzerine barışçıl bir biçimde ikiye ayrılmış. Böylece Prag Çek Cumhuriyeti’nin başkenti olurken, Bratislava Slovakya’nın başkenti olmuş.

 Prag’da Gezilecek Yerler :

 Prag yürüyerek gezilebilen bir müze kent. Görülecek ve yaşanacak çok şeyin olduğu bu kente,  minimum iki tam gününüzü ayırmalısınız. Aslına bakacak olursak bu bile yeterli değildir. Prag’da dört beş gün geçirseniz dahi hem sıkılmaz, hem de keşfedecek bir şeyler bulursunuz.

Prag’a her gelişimde burada gezdirdiğim gruplarla tura Hradcany Kalesi’nden başladım ve turu eski kentteki Astronomik Saatin önünde bitirdim. Geziye bu şekilde başlamanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu güzergah üzerinde görülecek çok sayıda tarihi yapı ve manzara fotoğrafı çekebileceğiniz yer vardır. Ayrıca kentin tarihini anlamak bakımından kaleden başlamak daha uygun olur. Eğer kaldığınız otel kaleye uzaksa, tramvayla buraya ulaşıp, daha sonra yürüyerek kaleden başlayıp aşağıya doğru devam etmeniz yerinde olur.

*Hradcany Kalesi  :

Kafka’nın ünlü romanı “Şato”yu buradan esinlenerek yazdığı söyleniyor. Kale (şato) tepede olduğu için Vltava nehri kıyısından baktığınızda görülebiliyor. Aslında burası tek bir bina değil, bir çeşit külliye. Yani içinde sarayların, konutların, kiliselerin, katedralin yer aldığı devasa bir yer. 9. yüzyılda yapımına başlanan Hradcany Kalesi (“Hrad” Çek dilinde kale ya da şato anlamına geliyor), 19 yüzyıla kadar büyüyerek devam etmiş. Bu nedenle burada romenesk, gotik, Rönesans, barok, rokoko gibi farklı dönemlere ait mimari üsluplarla inşa edilmiş yapılar görmekteyiz.
Cekya - 4-Prag.jpgKaleye girmeden önce, hemen önündeki Hradcanske Meydanı’ndaki önemli yapıları görmek gerekir. Meydanın solundaki rokoko mimarisiyle yapılmış bir cepheye sahip Başpiskoposluk Sarayı’nda Mozart’ın hayatını anlatan Amadeus filminin bir bölümü çekilmiş. Onun hemen karşısında yer alan Rönesans stilindeki Schwarzenberg Sarayı. 1945’den beri Askeri Tarih Müzesi olarak hizmet veriyor.
Cekya - 5-Prag.jpgSonrasında kalenin kapısından içeriye adımımızı atıyoruz. Kapıdaki aslan heykeli Bohemya’nın, kartal ise Moravya’nın sembolü. Kapının her iki yanında Ignatz Platzer’in yaptığı Titanların Savaşlarını konu alan heykel grubu var.
Cekya - 6-Prag.jpg1 ve 2. avludan sonra geldiğimiz 3. avluda göz kamaştıran, etkileyici St.Vitus Katedrali yükselir. Prag’ın bu en büyük kilisesi iki gotik kulesi ve Rönesans stilindeki çan kulesi ile Prag’a o büyülü karakterini veren bir yapı. Bu kuleler Prag’ın simgeleri gibi. Alman mimar Peter Parler’in 14. yüzyıldaki bu eserinin ilginç olan iç kısmını gezmenizi öneririm. Buradaki en etkileyici kısım, Ülkede 10. yüzyılda Hıristiyanlığı yaymış olan ve sonrasında Bohemya’nın aziz koruyucusu ilan edilmiş Venceslas’ın (Vaclav) mezarının olduğu şapel ile onun solundaki Aziz Jean Nepomuk’un gümüşten mezarının bulunduğu şapeldir. Ayrıca hatırı sayılır boyutlardaki sütunları ve çok renkli vitraylarıyla göz kamaştırır. Yalnız içeriye girebilmek için kuyrukta beklemeyi göze almanız gerekir. Buraya sabah saatlerinde geldiğim için her zaman turist yoğunluğu ile karşılaştım; özellikle de yaz ve bahar aylarında. Sanırım öğleden sonra katedrale girmeniz çok daha kolay olur.
Cekya - 7-Prag.jpgBu avluda katedralin dışında eski Kraliyet Sarayı bulunuyor. Bir dönem Bohemya krallarının yaşadığı bu saray, 1989’daki Kadife Devrim’in ardından Cumhurbaşkanı’nın Sarayı olmuş. Ardından büyük bir bölümü müze haline getirilmiş ve şu anda ücretli olarak kombine bir biletle gezilebiliyor. Sarayın karşısında Aziz George’un birçok yerde rastladığımız ejderhayı öldürürken görülen heykeli yer alıyor.
Kalenin içinde yürüyüşümüzü sürdürdüğümüzde 3.avlunun arkasında kalan bir diğer avluda Prag’ın en eski kilisesi olan St.George Bazilikası yer alıyor. 12. yüzyılda romanesk üslupla yapılmış olan bu kilisenin cephesine 1680’de barok süslemeler eklenmiş. İç kısmı yine ücretli olarak geziliyor.
Cekya - 8-Prag.jpgOnun karşı köşesinde Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa tarafından yaptırılmış bir aş evi bulunuyor. Buradaki dar sokaktan ilerleyip, sol tarafa döndüğümüzde Prag’ın en şirin köşelerinden biri olan Altın Sokak (Zlata Ulicka) ile karşılaşırız. Bu pitoresk küçük sokakta renkli tipik küçük evler sıralanır. Söylenildiğine göre bu sokakta sıralanan 24 küçük ev 16. yüzyıl sonunda Bohemya Kralı II.Rudolf’un muhafızlarını barındırmak için inşa edilmiş. Günümüzde ise el yapımı sanatsal değeri olan objeler satan dükkanlar haline gelmiş. 22 numaralı evde Franz Kafka bazı hikayelerini yazmış. Burası da ücretli gezilebiliyor. Hemen yan taraftan kombine bir bilet alıp hem bu sokağı, hem de kalenin içindeki St.George Bazilikası, Kraliyet Sarayı ve St.Vitus Katedrali’nin bazı ücretli olan bölümlerini gezebilirsiniz. Kale içindeki bu geziniz vereceğiniz kısa molalar ve fotoğraf çekimleri dahil olmak üzere yaklaşık yarım gününüzü alır.
Bu arada kaleden aşağıya doğru inerken, Prag’ın tepeden panoramik fotoğraflarını çekebileceğiniz manzara noktalarıyla karşılaşırsınız. Kırmızı kiremitli çatıları, sivri kuleleri ile Vltava nehri kıyısındaki bu göz kamaştıran şehrin birbirinden güzel fotoğraflarını buralardan çekebilirsiniz.
Cekya - 9-Prag.jpg Cekya - 10-Prag.jpgKarl Köprüsü yakınına geldiğinizde ise Vltava nehri kıyısına kadar inip, buradan köprü manzaralı fotoğraflar çekmenizi öneririm.
Cekya - 11-Prag.jpg Cekya - 12-Prag.jpg*Karl (Charles) Köprüsü  :

Prag’ın sembolü olan meşhur köprüsü. Vltava Nehri üzerinden geçen 18 köprüden en güzel ve en eski olanı. San Vitus Katedrali’ni de inşa eden dönemin ünlü mimar ve heykeltıraşı Peter Parler tarafından 1357’de yapılmış. Köprüye adını veren IV.Karl dönemin Bohemya Kralı. Kumtaşından yapılmış onaltı büyük ayak üzerine dayanmış olan bu güzel köprü, Eski Kent (Stare Mesto) ile Mala Strana’yı (Küçük Mahalle) birbirine bağlıyor. Genelde turlarına Hradcany Kalesi’nden başlayan turistler, Karl Köprüsü’nü boydan boya geçerek Eski Kente yönelirler.
Cekya - 13-Prag.jpgYalnız köprüyü geçmeden önce, diğer tarafta kalan Mala Strana mahallesini de gezmek gerekir. Hemen köprünün devamı olan Mostecka Sokağı, sokağın sonundaki barok mimarinin başyapıtlarından St.Nicolas Kilisesi, onun yukarısındaki Malostranske Meydanı, onun ilerisindeki Nerudova Sokağı  ve birçok göz alıcı yapıyı barındıran diğer ara sokakların Prag’ı daha iyi tanımak için görülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Cekya - 14-Prag.jpgKarl Köprüsü’nün en önemli özelliği ise iki korkuluk boyunca sıralanmış kumtaşından yapılma 30 heykeli. Bunların çoğu kopya, sadece 10 tanesi (siyah olanlar) orijinal. Orijinallerini Ulusal Müze’de görebilirsiniz. Heykeller 17 ve 18. yüzyıllara tarihleniyor. Yani gotik dönemde (14.yy) yapılmış köprünün üzerine barok stil eklenmiş. Dini anlamı olan bu heykellerin dikilmesinin nedeni bir çeşit Katolik propaganda.
Köprü günün her saati kalabalık. Köprünün üzerinden geçerken amatör ressamlara, konser veren amatör müzisyenlere rastlayabilirsiniz. Buradan nehrin kıyısındaki güzel yapıların fotoğraflarını çekebilirsiniz. Bunlardan  bir tanesi de, köprünün eski kent tarafındaki ünlü Çek besteci Smetana’nın Müzesi.
Cekya - 15-Prag.jpgOnun ilersinde de altın yaldızlı kubbesiyle dikkat çeken 1883’de açılmış Milli Tiyatro Binası var.
Cekya - 16-Prag.jpgKöprünün bitiminde sol tarafta IV.Karl’ın heykeli bizi karşılar. Bohemya’ya en parlak dönemini yaşatan IV.Karl, kentte birçok yapıya imza atmasının yanı sıra, Prag Üniversitesi’ni de 1348’de kuran kişi.
Buradan eski kentin merkezi kabul edilen Astronomik Saate kadar olan yürüşümüzü Karlova Sokağı’ndan sürdürürüz. Burası Prag’ın mağazalarla, dükkanlarla dolu olan alışveriş sokaklarından biridir.

*Astronomik Saat  :

Eski Belediye Binası yanındaki 14. yüzyıla tarihlenen kulenin bir kenarına yapışık olan Astronomik Saat, Prag’a gelen herkesin en çok merak ettiği yapıların başında gelir. 16. yüzyılda üstat saatçi Hanus tarafından geliştirilmiş olan bu sanat eseri, iki kadran ve hareket eden heykellerden oluşmaktadır. Saatin en büyük özelliği, her saat başı İsa’nın 12 havarisinin kulenin iki penceresi arasında gidip gelmesi. Horozun ötüşü ile başlayan hayat, iskeletin çektiği iple sona eriyor. İşte her saat başı buraya toplanan meraklı kalabalık bu seremoniyi izliyor. Burası turistlerin de en çok bulunduğu yerlerin başında geliyor. Ayrıca hırsızlık olaylarının zaman zaman yaşandığı Prag’da para ve pasaportunuza en çok dikkat etmeniz yerlerden biri.
Cekya - 17-Prag.jpgYukarıdaki kadran saatin kendisi olup, saati, günü ve ayı gösterir. Çağın bilgileri sınırlarında alınan yaklaşık değerlerle ayın ve güneşin hareketlerini izler. İnanması güç ama 500 sene öncesinin mekanizması ile çalışmaya devam eder. Bana Fransa’nın Strasburg kentindeki katedralde gördüğüm saati hatırlatıyor.
Aşağıdaki kadran ise bir takvim. Ortasında eski Prag kentinin arması (üç kule ve bir kapı) var. Bu arma zodiak burçları ile çevrilmiş. Bunlar da senenin oniki ayını sembelize eden 12 madalya ile çevrelenmiş. 19 yüzyılda yaşamış en büyük Çek ressamı Joseph Manes’in bu eserinin Astronomik Saat ile alakası yok.

Astronomik Saatin bulunduğu kuleye 250 CZK (10 Euro) ödeyerek çıkabiliyorsunuz. Yalnız buna değiyor. Yukarıdan Prag’ın farklı yönlerden muhteşem manzaralarıyla karşılaşıyorsunuz. Çok güzel fotoğraflar çekebilir ve bu güzel manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Gün batımına doğru çıkmanızı öneririm.
Cekya - 18-prag.jpg Cekya - 19-Prag.jpgSaatin solundaki yapı Eski Belediye Sarayı. Günümüzde burada evlenmek çok popüler. Genç evliler belediye sarayının bu göz kamaştıran gotik kapısından geçerler. Belki siz oradayken buradaki bir evliliğe şahit olabilirsiniz.
Bu binanın tamamen sol tarafında ise 1611’de İtalyan Rönesans stiliyle inşa edilmiş U Minuty Evi var. Cephesi resimlerle kaplanmış mitolojik figürler içeren bu evde, söylenildiğine göre Franz Kafka çocukluğunda birkaç yıl yaşamış.

*Staromestske Meydanı  :

Hemen saatin yanındaki devasa meydan eski kentin merkezi. Prag’ın en turistik yerlerinden biri. Meydan birbirinden güzel yapılarla çevrili. Tam karşıda gotik cephesi ve sivri kuleleriyle dikkat çeken Notre Dame de Tyn Kilisesi.
Onun sol tarafındaki pembe boyalı güzel yapı 1755’de barok mimariyle inşa edilmiş Golz Kinsky Sarayı. Bir diğer köşede barok bir yapı olan St.Nicolas Kilisesi var.  Onun yanından uzanan Parizska (Paris) Sokağı sizi biraz ilerdeki Yahudi Mahallesi’ne kadar götürür.

Meydanın tam ortasındaki heykel, öncelikle Çek tarihinde, ama aynı zamanda Avrupa tarihinde önemli bir kişilik olan Jan Hus’a ait. Bu devrimci din adamı yozlaşmış Katolik kilisesine başkaldırdığı için 1415’de diri diri yakılarak öldürülmüş. Onun ölümünün 500. ölüm yılı anısına da bu heykel 1915’de buraya dikilmiş. Dünyada milli dirinişin erken örneklerinden biri sayılan Jan Hus hareketinden birçok kişi gibi Protestanlığın babası kabul edilen reformcu Martin Luther de etkilenmiş. Anıtın altındaki yazıda şöyle bir söz yazılı : “Zaferi gerçek kazanacaktır”.
Cekya - 20-Prag.jpg*Notre Dame de Tyn Kilisesi  :

Eski Kent meydanındaki bu görkemli kilise 1365’de inşa edilmeye başlanmış ve 15. yüzyılın ikinci yarısında tamamlanmış. Prag’a özgü külah şeklindeki ince kuleleriyle dikkat çekiyor. Kiliseyi yapan Karl Köprüsü ve St. Vitus Katedrali başta olmak üzere kente birçok eser kazandıran ünlü mimar Peter Parler.
Kilisenin en güzel fotoğraflarını Astronomik Saat’in bulunduğu kulenin tepesinden çekebilirsiniz.
Cekya - 21-Prag.jpg*Barut Kulesi  :

Stromestske Meydanı’ndan kentin zarif yaya yollarından biri olan Celetna sokağını izleyerek bu tarihi kuleye ulaşıyorsunuz. Bu arada her iki yanı saraylar ve soylu konutlarla sınırlanmış Celetna sokağı da, Prag’ın görülmesi gereken yerlerinden biridir.

Bu kule Ortaçağ’da surlarla çevrili Prag’ın sur kapılarından biriymiş. 65 metre yükseklikteki kule 1395’de geç gotik tarzda inşa edilmiş. 17. yüzyılda bir cephane deposunu barındırması nedeniyle bu isimle anılmaya başlanmış. Bohemya azizleri ve hükümdarlarının heykelleri ve armalarıyla süslü olan Barut Kulesi Prag’ın ilginç külahlı binalarından biri.
Cekya - 22-Prag.jpgKule Cumhuriyet Meydanı’na (Namesti Republiky) bakıyor. Hemen kulenin yan tarafında göz alıcı bir bina var. Bu kocaman art nouveau tarzında 1905-1911 yılları arasında inşa edilmiş bina, Belediye Sarayı. Bu bina içinde birkaç restoran, girişte çok şık bir kafeterya var. Ayrıca buradaki Smetana Konser Salonu’nda klasik müzik konserleri düzenleniyor. Bir gelişimde buradaki afişte bizim ünlü piyanistimiz Fazıl Say’ın bir konserinin düzenleneceğini görmüştüm.

*Yahudi Mahallesi (Josefov) :

Eski kentteki Yahudi mahallesi Prag’da ziyaret edilmesi gereken yerlerden birisidir. Meydandan Parizska sokağına girildikten sonra, soldaki Siroka sokağına sapılarak buraya ulaşılır. Bu mahalleye Josefov ismi verilmesinin nedeni, İmparator II.Joseph’in 1781’de yayınladığı Hoşgörü Fermanı ile getto koşullarının Yahudiler için iyileştirilmesi ile ilişkilidir. 13. yüzyılda Yahudi gettosu burada kurulmuş ve 19. yüzyıl başlarına kadar çevresi duvarlarla örülü bu gettonun içerisinde Yahudiler hayatlarını sürdürmüşler. O tarihten sonra eski binalar yıkılarak, yerine yenileri yapılmıştır.

Bu mahallede Avrupa’nın en eski (15.yy tarihlenen) ve en önemli Yahudi mezarlığı bulunmaktadır. 20 bin civarında mezar taşının olduğu söylenen mezarlıkta mezarlar birbirine dayanmış iskambil kağıtları kadar sık bir taş kümesi halindeler. Taşlar son derece eski. En eski mezar 1439 yılından kalma ve bilgin Avigdor Kara’ya aitmiş.

Josefov’da birkaç tane sinagog yer alıyor. Avrupa’daki en eski sinagog burada. Staronova Sinagogu gotik bir yapı ve 1270 tarihli. Ayrıca burada Maisel Sinagogu, Pinkas Sinagogu ve bugün bir müze olarak kullanılan Klausen Sinagogu yer almaktadır. Sinagoglar Cumartesi günleri Şabat nedeniyle kapalı. Ama diğer günler ziyaret edilebiliyor.

*Vaclavske Meydanı – Ulusal Müze  :

Prag’ın bu kocaman meydanı Ulusal Müze’ye kadar uzanır. 750 metre uzunluğundaki bu meydan1989’da Kadife Devrim’in gerçekleştiği yerdir. Her iki yanında şık mağazaların bulunduğu meydana Prag’a yolu düşenler mutlaka uğrar.
Meydanın güney ucundaki Ulusal Müze 1890’da Rönesans tarzında inşa edilmiş görkemli bir bina. 1968’de Prag’a giren Sovyet askerleri bu binayı parlamento sanarak ateşe vermişler. Müzenin önünde yer alan heykel, Bohemya’nın aziz patronu Wencleslas’a ait. Heykeli 1912-1913 yılları arasında Myslbek yapmış.1968’deki Sovyet işgalini protesto amacıyla felsefe öğrencisi Jan Palach kendini heykelin yanında yakmış. Bunun yanı sıra bu meydan birçok trajik olaya sahne olmuş.
Cekya - 23-Prag.jpgPrag’da bahsettiğim bu belli başlı yerleri gezmek için minimum iki tam güne ihtiyaç vardır. Ama aslında bu şehir daha fazla zaman geçirmeyi hak edecek kadar güzeldir. Bunların dışında bir Prag haritası edinip keyifli zaman geçirebileceğiniz birçok yeri gezerken keşfedebilirsiniz

Bugüne kadar hep gitmek isteyip, bir türlü fırsat bulamadığım bir şehir Cesky Krumlov. Çıktığım Orta Avrupa tur programlarında yer almamasının elbette bunda rolü var. Ama bu sefer Çekya’ya tatil için gidiyordum ve çevremdeki bazı kişilerden sıkça metnini duyduğum bu güzel şehri nihayet gezebilecektim. National Geographic dergisi tarafından dünyanın en iyi korunan 16 ortaçağ kenti arasında gösterilmesi merakımı ve ilgimi daha da arttırıyordu.

Cesky Krumlov Prag’ın 170 kilometre güneyinde yer alıyor. Avusturya sınırına çok yakın olan kente Viyana veya Linz üzerinden de ulaşılabiliyor. Biz Prag’dan otobüsle gittik. Yolculuk hemen hemen 3 saat sürdü. Otobüsten indikten sonra kent merkezine doğru yürürken karşıma çıkan yapılar ve manzaralar, bana  söylenildiği kadar güzel bir kente geldiğimi hissettirdi. Avrupa’daki kentlerin neredeyse üçte ikisini gezmiş biri olarak, Cesky Krumlov’un bugüne kadar gördüğüm kentlerden içinde en beğendiklerimden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Kent 1992’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Prag’dan akan Vltava nehri buradan da geçiyor. Nehir at nalı şeklinde kavis yaparak yoluna devam ediyor. Tabii bu da kente ayrı bir hava katıyor. Ortadaki yarımada ahşap ve taş köprülerle ana karaya bağlanıyor.
Cekya - 37-Cesky-Krumlov.jpgBurası yaklaşık 14 bin kişinin yaşadığı küçük bir yerleşim. Bir günde yürüyerek rahatça gezilebiliyor. Bazı turistler bizim yaptığım gibi çevredeki şehirlerden günü birlik gelip geziyorlar. Kimileri de bir gece burada konaklayıp bu göz kamaştıran harika şehrin keyfini daha fazla çıkarmayı tercih ediyor.
Kentte gezerken farklı ülkelerden gelmiş çok fazla turiste rastladığımızı söyleyebilirim. Bunların başında Çinli turistler geliyordu. Doğrusu bu derece Çinli turist yoğunluğu beni şaşırtmıştı. Kıcasası her mevsim ilgi gören kent, özellikle yazın düzenlenen festivaller (tiyatro, klasik müzik gibi) ve çeşitli etkinlikler nedeniyle daha fazla turist çekiyor. Turizm kentin en büyük gelir kaynağı.

Cesky Krumlov’daki gezimize kaleden başladık. Hradek, Prag’daki Hradcancy Kalesi’nden sonra, ülkenin ikinci büyük kalesi. Dev bir kayanın üzerinde yükselen kale, kentin iki yakasının birleştiren Lazebnicky Köprüsü’nden tüm heybetiyle karşımıza dikilir. 13. yüzyılda inşa edilmiş olan Hradek Kalesi, 16. yüzyılda Rönesans stiliyle yenilenmiş. Avlusundaki cepheler fresklerle süslü. 1947’e kadar son sahibi Schwarzenberg’lerin konutuymuş. O yıl kamulaştırıp müzeye çevrilmiş. Bugün rehberle birlikte gezilebiliyor. Turlar dev kemerlerin üzerindeki terasta bitiyor. Turistlerin çoğu terasta uzun bir mola veriyor. Buradan kentin çok güzel fotoğraflarını çekme imkanı buluyorlar. Terastan sonra, eğer isterseniz bahçe ve yazlık köşk turuna da katılabilirsiniz.
Cekya - 38-Cessky-Krumlov.jpgKale pazartesi hariç her gün saat 08.00-17.00 arası ziyarete açık. Eğer kaleyi gezecek fazla zamanınız yoksa, sadece yanındaki kuleye çıkmak için bilet alıp, oradan da şehrin fotoğraflarını çekebiliyorsunuz.
Cekya - 39-Cesky-Krumlov.jpg Cekya - 40-Cesky-Krumlov.jpgKaleden sonra, şehrin sokaklarında bir süre dolaştık. Arnavut kaldırımlı sokakları rengarenk yapılarla o kadar güzel ki, hayran kalmamak mümkün değil. Böyle güzel bir kentte büyük keyif alacağınız yürüyüşler yapabilirsiniz.
Cekya - 41-Cesky-Krumlov.jpg Cekya - 42-Cesky-Krumlov.jpgKentin tarihi ana meydanı Namesti Svornosti. Burada yaklaşık 300 yıllık Marian Veba Sütunu bulunur. Orta Avrupa’daki birçok kent gibi veba burada da büyük can kayıplarına yol açmış.
Ayrıca meydan renkli tarihi yapılarla çevrilidir. Burada bir kafeye oturup meydanda bulunmanın keyfini çıkarabilirsiniz.
Cekya - 43-Cesky-Krumlov.jpgSt.Vitus Katedrali, yüksek tonozlu çatısı, freskleri ve şapeli ile Avrupa’nın en ünlü dini yapılarından biri.
Cekya - 44-Cesky-Krumlov.jpgDaha sonra kavis yapan nehrin güneyde kalan diğer kıyısına çıktık. Burası da renkgarenk bir iki katlı evleri, onların bazılarının zemin karlarında bulunan restoran ve kafeleri ve yukarıya doğru yükselen yemyeşil tepeleriyle muhteşem bir güzellik sergiliyordu.
Cekya - 45-Cesky-Krumlov.jpgCesky Krumlov’a Nasıl Gidilir  :

Cesky Krumlov’a da Karlovy Vary gibi Prag’dan otobüsle ulaştık. Florenc otobüs terminalinden Flixbus firmasının saat 8.00’de kalkan otobüsüne bindik. Prag’ın güneyindeki Cesky Krumlov’a 3 saat gibi bir sürede vardık. Gidiş-dönüş bilet ücreti olarak kişi başı 298 CZK (12 Euro) ödedik. Bizim için rahat ve keyifli bir yolculuk oldu.
Avusturya sınırına yakın olmasından dolayı buraya Avusturya’nın Linz, Salzburg ya da Viyana gibi kentlerinden de ulaşabilirsiniz.

Defalarca tur götürdüğüm ve rehberlik yaptığım bu güzel ülkeye eşim ve iki arkadaşımla birlikte bu defa tatil amaçlı geldim. Orta Avrupa’nın birkaç ülkesini kapsayan ve yoğun geçen turlarda tüm grubun sorumluluğu üzerinizde olunca, tam olarak gezmenin tadını çıkaramıyorsunuz. Şimdi ise rahat bir şekilde gezerek bir açık hava müzesini andıran buradaki kentlerin keyfini olabildiğince çıkaracaktım. Programa başkent Prag’ın yanı sıra Çek Cumhuriyeti’nin birbirinden güzel iki kenti Karlovy Vary ile Cesky Krumlov’u almıştım. Bu tur için ayırdığım süre ise tam beş gündü.
Prag’a geldiğimizde hafif serin ama güneşli bir bahar havasıyla karşılaştık. Gezmek için çok elverişliydi. En azından bazen bu aylarda görülen yağmur yoktu. İlk iki günü Prag’a ayırmıştık. Sonrasında ise Prag’da kalıp, otobüsle bir gün Karlovy Vary’ye, bir gün de Cesky Krumlov’a gidip gelecektik.

Prag’ı ilk kez 1993 yılında İtalya’nın Urbino kentinde İtalyanca kurslarına devam ettiğim sırada tanıştığım bir İtalyan aileden dinlemiştim. Bu ailenin evine akşam yemeği için davet edildiğimde, bana Prag fotoğraflarını gösterip, işte dünyanın en güzel kenti diye bahsetmişlerdi. Açıkçası Prag için methiyeler düzmüşlerdi. Tabii ben de merak eder olmuştum bu büyüleyici kenti. Sonunda gidip görmüş, onlara hak vermiştim. Belki benim için dünyanın en güzel kenti değildi ama Avrupa’daki tüm ülkeleri gezmiş biri olarak, gördüğüm en güzel on kentten biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Cekya - A-Cekya.jpg Cekya - B-Cekya.jpgGenel Bilgiler   :

 *Bohemya ve Moravya diye iki farklı bölgeden oluşuyor Çek Cumhuriyeti. Ortaçağ yıllarında sembolü aslan ve kartal olan bu iki krallık Çeklerin ülkesi diye bilinirdi.
*Nüfusu 10 milyon civarında.
*Yüzölçümü 79 bin km2.
*Başkent Prag. Yaklaşık 1,2 milyonluk bir nüfusa sahip.
*Ülkenin resmi dili Çekçe. Ayrıca Slovakça, Almanca ve Rusça da konuşanlar var.
*Nüfusun %60 kadarı ateist. Dindar olanların ise 2/3’ü Katolik mezhebinden. Bunun yanı sıra Protestan ve Ortodoks da var.
*Türkiye’den 1 saat geride.
*Para Birimi Çek Korunası (CZK). Ama Avrupa Topluluğu’na girdikten sonra Euro da kullanılıyor. Yalnız çek kronuyla ödeme yapmak daha avantajlı oluyor. Bir de küçük alışverişlerde, marketlerde, metro gibi ulaşım araçlarında çek kronunasına ihtiyacınız var. 1 Euro = 25 CZK idi
*Çeşme suyu her ne kadar içiliyor olsa da, şişe suyu kullanmakta yarar var. Gazlı ve gazsız olmak üzere iki çeşit su var.
*Çek Cumhuriyeti güvenli bir ülke. Ama Avrupa’nın bazı büyük şehirlerinde olduğu gibi Prag’ta da hırsızlık olaylarına rastlanıyor. Daha önce gezdirdiğim gruplarda uyarılarıma rağmen bazı kişilerin başına geldi. Özellikle kalabalık yerlerde dikkatli olmanızı öneririm.
*Ülkeye girişte Schengen vizesi gerekiyor. Yalnız Çekler tek girişli ve kısa süreli vize veriyorlar. Başka bir ülkeden alınmış geçerli bir Schengen vizenizin olması sizin için iyi olur.

Çek Cumhuriyeti’ne Nasıl Gidilir   :

Başkent Prag’a gitmek için THY ya da Pegasus uçuşlarından birini tercih edebilirsiniz. Biz bu son gidişimizde THY’nı (Turkish Airlines) tercih ettik. Son derece rahat bir yolculuk oldu. İstanbul-Prag uçuşu 2 saat sürüyor.
Sonrasında havalimanından 17 km mesafedeki şehir merkezine ulaşmak için, havalimanı otobüsünü ya da taksiyi tercih edebilirsiniz. (detaylı bilgi Prag kısmında).

Çek Cumhuriyeti’ne Ne Zaman Gidilir  : 

 Çek Cumhuriyeti’ni gezmek için en uygun zaman bahar aylarıdır. Mayıs ya da Eylül aylarından birini tercih etmenizi öneririm. Buna nispeten çok sıcak geçmeyen Haziran ayını da ekleyebiliriz. Seneler önceki ilk gidişimi hatırlıyorum da, 29 ekim günü çok soğuk ve kar yağışlı bir hava ile karşılaşmıştım. Karasal iklimin hüküm sürdüğü ve kışların oldukça sert geçtiği bu ülkede, ekim sonundan nisan sonuna kadar yağışlı ve soğuk bir havaya denk gelme olasılığınız yüksek. Yazları da birçok kez tur götürdüğüm için iyi biliyorum ki, hava hem oldukça sıcak geçiyor; hem de turist yoğunluğu daha da artıyor.

Çek Cumhuriyeti’nde Ne Kadar Süre Kalınır  :

Bu ülkeye birçok kez gelmiş bir tur rehberi ve gezgin olarak şunu söyleyebilirim. Prag-Viyana-Budapeşte ve Bratislava’yı içine alan, acentelerin düzenlediği 7-8 günlük Orta Avrupa turları, belki fazla zamanı olmayıp kısa sürede çok yer görmek isteyen ve tek başına gidemeyecek durumda olan kişiler için uygun olabilir. Ama bu turları çok yapmış biri olarak ben bu tip bir turu tek başına gidebilecek gezginler için önermiyorum. Çünkü hem şehirler çok hızlı gezilip birbirine karıştırılıyor; hem de gerektiği kadar o şehirlerden keyif alamıyorsunuz. Eğer zamanınız varsa ve oraya bir tura katılmadan kendi başınıza gidebilecekseniz, Prag için en az 2 tam gün ayırmalısınız. Daha detaylı gezecekler için bu süre üç gün de olabilir. Tabii Çekya’da güzel olan sadece Prag değil. Mutlaka Karlovy Vary ve Cesky Krumlov görülmeli. Bunlar için de birer tam gün ayırmalısınız. Buna bir de UNESCO Dünya Mirası olan Kunta Hora’yı ekleyebilirsiniz. Böylece yol hariç 5 tam gün yeterli olur.

Çek Cumhuriyeti’nde Alışveriş  :

Çek Cumhuriyeti’nden alınabilecek hediyeliklerin başında kristaller ve.çeşitli cam eşyalar gelir. Bohemya ve Moser kristalleri dünyaca meşhurdur.
Buraya has koyu kırmızı renkteki granat taşından yapılma kolyeler, küpeler, bilezikler gibi çeşitli takılar yine turistlerin ilgilendiği hediyeliklerden arasında.
Bunun dışında kuklalar, çeşitli biblolar, ahşap oyuncaklar, müzik aksesuarları gibi çeşitli objeler buradan alınabileceklerden bazıları.
Tabii Becherovka likörü de buradan satın alınan içkilerin başında geliyor. Likör alacak olanlar Karlovy Vary’de daha uygun fiyata bulabilirler. Boylarına göre fiyat değişiyor. En büyük boyu 321 CZK idi.
Prag’daki en önemli alışveriş merkezleri Vasclavske Meydanı , Pariska ve Na Prikope caddeleri, ve Karlova sokağıdır. Bu civardaki birçok sokak da alışveriş mağaza ve dükkanlarıyla doludur.

Çek Cumhuriyeti’nde Yeme – İçme  :

 Prag deyince yeme- içme konusunda akla ilk gelen bira (pivo) olur. 19. yüzyıl Bohemya şarkılarında bile Çekoslavakya toprakları “bira içilen ülke” olarak geçermiş. Gerçekten Çek biraları dünyaca meşhur ve bira bu ülkenin ulusal içkisi. Çok sayıda bira markası var. En çok bilinen ve tüketilenleri Pilsener, Budvar, Stropramen, Branik.
Bir de Çeklerin meşhur likörü Becherovka’yı mutlaka bir restoran ya da bir kafede deneyin. Tarçın tadındaki bu baharatlı likörü eminim ki seveceksiniz.

Çek yemeklerine gelince, Çek mutfağının komşuları olan Alman ve Avusturya mutfaklarından etkilenmiş olduğunu söyleyebilirim. Sebze olarak lahana, havuç ve patatesi yemeklerde çok kullanırlar. Bu sebzelerle yapılmış çorbaları da vardır.
Et olarak av hayvanları çok tercih edilir; özellikle de ördek eti. Bunun dışında domuz ve sığır eti de çok yenen etlerden.

Eğer Çek yemeklerinden sıkılırsanız, makarna, pizza, risotto, lazanya gibi İtalyan yemeklerini  yiyebileceğiniz restoranlar da mevcut. Yine bir Macar yemeği olan gulaş tercih edilebilir.

error: