Prag defalarca gezdiğim ve her gezdiğimde büyük keyif aldığım bir şehir. Bu defa uzun bir aradan sonra Prag’a tekrar dönüyordum ve bu sefer keyfini olabildiğince çıkaracaktım. Dört gün konaklayacağım bu güzel şehri gezmeye iki tam gün ayırmıştım.
Prag tam bir açık hava müzesi. Şehrin merkezinde dolaşırken başınızı nereye çevirseniz ya tarihi ya da mimarisi güzel bir yapıyla karşılaşıyorsunuz. Şehir sizi daha ilk görüşte büyülüyor. Gezdikçe daha fazla sevmeye başlıyorsunuz Prag’ı. Sizi giderek kendine bağlıyor. Ünlü Çek yazar Franz Kafka Prag ile ilgili şöyle demiş : “Prag gitmenize izin vermez, bu küçük annenin pençeleri var. Bu kentte boyun eğeceksin, kurtulmak istiyorsan ise ateşe vermekten başka çare yok.”.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne 1992’de dahil edilmiş Prag için bugüne kadar çok farklı tanımlamalar, yakıştırmalar yapılmış. Bin kuleli kent, kuzeyin Roması, hüzün veren kent, aşıklar şehri, Altın Prag, bunlardan birkaçı. İşte Prag tüm bu tanımlamalara uyuyor. O da İstanbul ve Roma gibi yedi tepe üzerine kurulmuş.
Gezmesi son derece kolay olan bir kent. Yürüyerek rahatlıkla gezilebiliyor. Her gelişimde ve yaptığımı turlarda kenti yürüyerek gezdim. Zaten bir kenti daha iyi tanıyabilmenin, anlayabilmenin yolu da yürümekten geçiyor. Ama yine de kentin ruhunu anlamak ve onu tanımak oldukça zor. Sanırım bunun için belli bir süre Prag’da yaşamak gerekiyor.
Kentin ortasından, Hamburg’dan Kuzey Denizi’ne dökülen Elbe nehrinin bir kolu olan Vltava nehri geçiyor. Kuzeyden güneye doğru akan bu nehir, Prag kentini de ikiye bölüyor.
Nehrin sağ yakasında iki semt var. Biri Eski Kent (Stare Mesto), diğeri ise onun güneyinde kalan Yeni Kent (Nove Mesto). Yalnız yeni dediysem sakın ola ki mimarisi yeni binalar akla gelmesin. O da eski; sadece yüzyıl farkı var. 13-15 yüzyıllara tarihlenmiş eski binalar, burada yerini 17-18 yüzyıllara ait barok üsluba bırakmış.
Nehrin sol yakasına gelince, orada da iki semt var. Biri bir zamanlar Bohemya krallarının yaşadığı saray ve şatoların yer aldığı Hradcany, diğeri ise onun daha güneyinde kalan Mala Strana (Küçük Mahalle) diye adlandırılan kısım. İşte bu dört semti de Prag’a geldiğinizde mutlaka gezmelisiniz.
Prag sanatseverlere hitap eden bir kent. Resim galerileri, müzeleri, tiyatroları ve sanatsal etkinlikleriyle tam bir kültür ve sanat kenti. Smetana ve Dvorjak gibi klasik müzik alanında büyük üne sahip iki önemli besteci yetiştirmiş. Müzisyenlere karşı saygılı ve vefalı olan bu kent, zamanında Mozart, Beethoven, Chopin, Liszt, Wagner, Weber gibi büyük ustaları ağırlamış. Bugün de Mozart başta olmak üzere bu büyük sanatçıların konserleri devamlı düzenleniyor.
Ayrıca edebiyat alanında da ünlü yazarlar yetiştirmiş. Bunların başında Franz Kafka geliyor. “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”ni yazan Milan Kundera, “Aslan Asker Şvayk”ın yazarı Jaroslav Hasek, 1984’de Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış Çek şair Vitezslav Nezval bunlardan ilk aklıma gelenler.
Prag Havalimanı’ndan Şehir Merkezi’ne Ulaşım :
Prag Vaclav Havel Uluslararası Havalimanı şehir merkezinin yaklaşık 17 km kadar kuzeybatısında bulunuyor. Trafik durumuna göre 30-35 dakikalık bir sürede kent merkezine ulaşıyorsunuz. Bunun için iki seçenek var. Bunlardan biri taksi kullanmak. Taksi için ödenen ücret 30 Euro civarında. Gideceğiniz yere ve trafiğin durumuna göre birkaç euro fazla ya da eksik olabilir. Eğer 3 ya da 4 kişiyseniz ve eşyanız fazlaysa, taksi ile otele kadar gitmek uygun olur. Diğer seçenek ise havalimanından kalkan havalimanı otobüsünü (Airport Express) tercih etmek. Yalnız bu otobüs tren istasyonuna kadar gidiyor. Buradan otele yürümek zor olursa, metro ya da tramvay kullanmak zorunda kalabilirsiniz.
Prag’da Ulaşım :
Prag yürüyerek rahatça gezebileceğiniz ve güzel keşifler yapabileceğiniz bir şehir. Ama bazen zaman kaybetmemek adına ya da biraz daha uzak mesafelere ulaşabilmek için şehir ulaşım araçlarından yararlanmanız gerekiyor. Bunun için metro ya da tramvayı tercih edebilirsiniz. Metroda 30 dakika geçerli bir bilet için 24 CZK ödüyorsunuz. Bu biletler tramvayda da geçerli. Örneğin biz turumuza sabah erken saatte Hradcany Kalesi’nden başladık. Bulunduğumuz yerden yürümek büyük zaman kaybına yol açacağından, otelin yakınındaki duraktan tramvaya binip, indikten sonra kısa bir yürüyüşle bilet gişelerine ulaştık. Bu konuda konakladığınız otel size yardımcı olabilir.
Şehirler arası ulaşımda da otobüs ya da trenden birini tercih edebilirsiniz. Karlovy Vary, Cesky Krumlov gibi şehirlere otobüsler Florenc Otobüs Terminali’nden kalkıyor. Tren istasyonu ise onun hemen biraz ilersinde.
Prag’da Konaklama :
Prag’da her bütçeye uygun çok sayıda otel seçeneği var. Booking.com gibi sitelerden size uygun olan rezervasyonu yapabilirsiniz. Ben oteli seçerken en çok dikkat ettiğim otelin temizliği, konumu ve bir de kalite – fiyat dengesidir. Tüm bu özelliklere sahip otel olarak B&B Hotel Prague City’yi önerebilirim. Dört gün konakladığımız ve iki kişilik oda+ kahvaltı toplam 250 Euro ödediğimiz bu otelden memnun kaldık. Her şeyden önemlisi Florenc otobüs terminaline 7-8 dakikalık bir yürüme mesafesindeydi. Bu bize Karlovy Vary ve Cesky Krumlov’a giderken büyük kolaylık sağladı. Yine kentin merkezi kabul edilen Astronomik Saatin bulunduğu meydana yürüyerek 20 dakika gibi bir sürede ulaşabiliyorsun.
Başka bir gelişimde kalmış olduğum 4 yıldızlı Ambiance Hotel, yine memnun kaldığım fiyat-kalite dengesi iyi olan bir işletme. Odaları geniş ve konforlu. Tren ve otobüs istasyonuna biraz uzak da olsa, meşhur Karl Köprüsü’ne yaklaşık 20 dakikalık bir yürüme mesafesinde.
Prag’da Yeme – İçme :
Prag’da akşam gittiğimiz U Pavouka bir Ortaçağ tavernası. Kentin merkezinde Celetna sokağı içindeki bu tavernanın hem eğlencesinden, hem de yediklerimizden memnun kaldık. Oldukça büyük ve size o Ortaçağ atmosferini yaşatacak bir mekan. Önceden rezervasyon gerekiyor. Özellikle hafta sonları yer bulmak zor. Program saat 20.00’de başlıyor ve 22.30’a kadar sürüyor. Kişi başı ödenen ücret akşam yemeği ve sınırsız içki dahil (bira ya da şarap olabilir) 50 euro.
Karl Köprüsü ayağındaki Mlynec, yemeklerin lezzetli olduğu beğenilen şık bir restoran. Yalnız fiyatlar oldukça yüksek. Ana yemekler 30 Euro civarında.
Çek yemeklerinden sıkılanlar ya da bu tip yemeklerden hoşlanmayanlar için Pizzeria Kmotra’yı tavsiye ederim. Milli Tiyatroya yürüme mesafesinde. Geniş bir mekan. Alt katı da var. Fiyatlar uygun. Pizzaları lezzetli.
Prag’da bir kafeye oturup bir şeyler içmek isterseniz, ilk önereceğim Slavia Cafe olur. Geçmiş yıllarda edebiyat ve sanat dünyasından birçok ünlü kişinin ziyaret ettiği bu kafeye ünlü şairimiz Nazım Hikmet de Prag’da bulunduğu günlerde gelirmiş. Ortadaki aynanın arka tarafında bir resmi var. Şık ve büyükçe bir mekan. Milli Tiyatro yakınındaki bu kafenin bir tarafı Vltava nehrine bakıyor.
Prag’ın Tarihi :
Çekler tarih boyunca yabancı işgallere uğramış slav kökenli mazlum bir halk. Prag Kalesi Hradcany’nin yapımıyla 9. yüzyılda başlayan Prag tarihi hep yabancı işgallerden oluşuyor. Bunların en uzunu 400 yıl kadar süren Habsburg hükümranlığı olmuş. Avusturya-Macar İmparatorluğu’nun 1918’deki çöküşü sonucu, Çeklerin ve Slovakların birleşmesiyle Tomas Masaryk başkanlığında kurulan Çekoslavakya’nın bu ilk bağımsızlık dönemi sadece 20 yıl sürmüş. 1938’de ülke Nazi Almanyası tarafından işgal edilmiş. 1948’de ise Sovyet denetimi altına girmekten kurtulamamış. 1968’de kısa süren bir özgürlük rüzgarını tanklarıyla dağıtan Sovyetler, bir 20 yıl daha ülkeyi boyundurluk altında tutmuş. Özgürlüğüne Soğuk Savaş bitimiyle 1989’da tekrar kavuşan Çekoslavakya, bu defa da 1993’de Slovakya’nın dayatması üzerine barışçıl bir biçimde ikiye ayrılmış. Böylece Prag Çek Cumhuriyeti’nin başkenti olurken, Bratislava Slovakya’nın başkenti olmuş.
Prag’da Gezilecek Yerler :
Prag yürüyerek gezilebilen bir müze kent. Görülecek ve yaşanacak çok şeyin olduğu bu kente, minimum iki tam gününüzü ayırmalısınız. Aslına bakacak olursak bu bile yeterli değildir. Prag’da dört beş gün geçirseniz dahi hem sıkılmaz, hem de keşfedecek bir şeyler bulursunuz.
Prag’a her gelişimde burada gezdirdiğim gruplarla tura Hradcany Kalesi’nden başladım ve turu eski kentteki Astronomik Saatin önünde bitirdim. Geziye bu şekilde başlamanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu güzergah üzerinde görülecek çok sayıda tarihi yapı ve manzara fotoğrafı çekebileceğiniz yer vardır. Ayrıca kentin tarihini anlamak bakımından kaleden başlamak daha uygun olur. Eğer kaldığınız otel kaleye uzaksa, tramvayla buraya ulaşıp, daha sonra yürüyerek kaleden başlayıp aşağıya doğru devam etmeniz yerinde olur.
*Hradcany Kalesi :
Kafka’nın ünlü romanı “Şato”yu buradan esinlenerek yazdığı söyleniyor. Kale (şato) tepede olduğu için Vltava nehri kıyısından baktığınızda görülebiliyor. Aslında burası tek bir bina değil, bir çeşit külliye. Yani içinde sarayların, konutların, kiliselerin, katedralin yer aldığı devasa bir yer. 9. yüzyılda yapımına başlanan Hradcany Kalesi (“Hrad” Çek dilinde kale ya da şato anlamına geliyor), 19 yüzyıla kadar büyüyerek devam etmiş. Bu nedenle burada romenesk, gotik, Rönesans, barok, rokoko gibi farklı dönemlere ait mimari üsluplarla inşa edilmiş yapılar görmekteyiz.
Kaleye girmeden önce, hemen önündeki Hradcanske Meydanı’ndaki önemli yapıları görmek gerekir. Meydanın solundaki rokoko mimarisiyle yapılmış bir cepheye sahip Başpiskoposluk Sarayı’nda Mozart’ın hayatını anlatan Amadeus filminin bir bölümü çekilmiş. Onun hemen karşısında yer alan Rönesans stilindeki Schwarzenberg Sarayı. 1945’den beri Askeri Tarih Müzesi olarak hizmet veriyor.
Sonrasında kalenin kapısından içeriye adımımızı atıyoruz. Kapıdaki aslan heykeli Bohemya’nın, kartal ise Moravya’nın sembolü. Kapının her iki yanında Ignatz Platzer’in yaptığı Titanların Savaşlarını konu alan heykel grubu var.
1 ve 2. avludan sonra geldiğimiz 3. avluda göz kamaştıran, etkileyici St.Vitus Katedrali yükselir. Prag’ın bu en büyük kilisesi iki gotik kulesi ve Rönesans stilindeki çan kulesi ile Prag’a o büyülü karakterini veren bir yapı. Bu kuleler Prag’ın simgeleri gibi. Alman mimar Peter Parler’in 14. yüzyıldaki bu eserinin ilginç olan iç kısmını gezmenizi öneririm. Buradaki en etkileyici kısım, Ülkede 10. yüzyılda Hıristiyanlığı yaymış olan ve sonrasında Bohemya’nın aziz koruyucusu ilan edilmiş Venceslas’ın (Vaclav) mezarının olduğu şapel ile onun solundaki Aziz Jean Nepomuk’un gümüşten mezarının bulunduğu şapeldir. Ayrıca hatırı sayılır boyutlardaki sütunları ve çok renkli vitraylarıyla göz kamaştırır. Yalnız içeriye girebilmek için kuyrukta beklemeyi göze almanız gerekir. Buraya sabah saatlerinde geldiğim için her zaman turist yoğunluğu ile karşılaştım; özellikle de yaz ve bahar aylarında. Sanırım öğleden sonra katedrale girmeniz çok daha kolay olur.
Bu avluda katedralin dışında eski Kraliyet Sarayı bulunuyor. Bir dönem Bohemya krallarının yaşadığı bu saray, 1989’daki Kadife Devrim’in ardından Cumhurbaşkanı’nın Sarayı olmuş. Ardından büyük bir bölümü müze haline getirilmiş ve şu anda ücretli olarak kombine bir biletle gezilebiliyor. Sarayın karşısında Aziz George’un birçok yerde rastladığımız ejderhayı öldürürken görülen heykeli yer alıyor.
Kalenin içinde yürüyüşümüzü sürdürdüğümüzde 3.avlunun arkasında kalan bir diğer avluda Prag’ın en eski kilisesi olan St.George Bazilikası yer alıyor. 12. yüzyılda romanesk üslupla yapılmış olan bu kilisenin cephesine 1680’de barok süslemeler eklenmiş. İç kısmı yine ücretli olarak geziliyor.
Onun karşı köşesinde Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa tarafından yaptırılmış bir aş evi bulunuyor. Buradaki dar sokaktan ilerleyip, sol tarafa döndüğümüzde Prag’ın en şirin köşelerinden biri olan Altın Sokak (Zlata Ulicka) ile karşılaşırız. Bu pitoresk küçük sokakta renkli tipik küçük evler sıralanır. Söylenildiğine göre bu sokakta sıralanan 24 küçük ev 16. yüzyıl sonunda Bohemya Kralı II.Rudolf’un muhafızlarını barındırmak için inşa edilmiş. Günümüzde ise el yapımı sanatsal değeri olan objeler satan dükkanlar haline gelmiş. 22 numaralı evde Franz Kafka bazı hikayelerini yazmış. Burası da ücretli gezilebiliyor. Hemen yan taraftan kombine bir bilet alıp hem bu sokağı, hem de kalenin içindeki St.George Bazilikası, Kraliyet Sarayı ve St.Vitus Katedrali’nin bazı ücretli olan bölümlerini gezebilirsiniz. Kale içindeki bu geziniz vereceğiniz kısa molalar ve fotoğraf çekimleri dahil olmak üzere yaklaşık yarım gününüzü alır.
Bu arada kaleden aşağıya doğru inerken, Prag’ın tepeden panoramik fotoğraflarını çekebileceğiniz manzara noktalarıyla karşılaşırsınız. Kırmızı kiremitli çatıları, sivri kuleleri ile Vltava nehri kıyısındaki bu göz kamaştıran şehrin birbirinden güzel fotoğraflarını buralardan çekebilirsiniz.
Karl Köprüsü yakınına geldiğinizde ise Vltava nehri kıyısına kadar inip, buradan köprü manzaralı fotoğraflar çekmenizi öneririm.
*Karl (Charles) Köprüsü :
Prag’ın sembolü olan meşhur köprüsü. Vltava Nehri üzerinden geçen 18 köprüden en güzel ve en eski olanı. San Vitus Katedrali’ni de inşa eden dönemin ünlü mimar ve heykeltıraşı Peter Parler tarafından 1357’de yapılmış. Köprüye adını veren IV.Karl dönemin Bohemya Kralı. Kumtaşından yapılmış onaltı büyük ayak üzerine dayanmış olan bu güzel köprü, Eski Kent (Stare Mesto) ile Mala Strana’yı (Küçük Mahalle) birbirine bağlıyor. Genelde turlarına Hradcany Kalesi’nden başlayan turistler, Karl Köprüsü’nü boydan boya geçerek Eski Kente yönelirler.
Yalnız köprüyü geçmeden önce, diğer tarafta kalan Mala Strana mahallesini de gezmek gerekir. Hemen köprünün devamı olan Mostecka Sokağı, sokağın sonundaki barok mimarinin başyapıtlarından St.Nicolas Kilisesi, onun yukarısındaki Malostranske Meydanı, onun ilerisindeki Nerudova Sokağı ve birçok göz alıcı yapıyı barındıran diğer ara sokakların Prag’ı daha iyi tanımak için görülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Karl Köprüsü’nün en önemli özelliği ise iki korkuluk boyunca sıralanmış kumtaşından yapılma 30 heykeli. Bunların çoğu kopya, sadece 10 tanesi (siyah olanlar) orijinal. Orijinallerini Ulusal Müze’de görebilirsiniz. Heykeller 17 ve 18. yüzyıllara tarihleniyor. Yani gotik dönemde (14.yy) yapılmış köprünün üzerine barok stil eklenmiş. Dini anlamı olan bu heykellerin dikilmesinin nedeni bir çeşit Katolik propaganda.
Köprü günün her saati kalabalık. Köprünün üzerinden geçerken amatör ressamlara, konser veren amatör müzisyenlere rastlayabilirsiniz. Buradan nehrin kıyısındaki güzel yapıların fotoğraflarını çekebilirsiniz. Bunlardan bir tanesi de, köprünün eski kent tarafındaki ünlü Çek besteci Smetana’nın Müzesi.
Onun ilersinde de altın yaldızlı kubbesiyle dikkat çeken 1883’de açılmış Milli Tiyatro Binası var.
Köprünün bitiminde sol tarafta IV.Karl’ın heykeli bizi karşılar. Bohemya’ya en parlak dönemini yaşatan IV.Karl, kentte birçok yapıya imza atmasının yanı sıra, Prag Üniversitesi’ni de 1348’de kuran kişi.
Buradan eski kentin merkezi kabul edilen Astronomik Saate kadar olan yürüşümüzü Karlova Sokağı’ndan sürdürürüz. Burası Prag’ın mağazalarla, dükkanlarla dolu olan alışveriş sokaklarından biridir.
*Astronomik Saat :
Eski Belediye Binası yanındaki 14. yüzyıla tarihlenen kulenin bir kenarına yapışık olan Astronomik Saat, Prag’a gelen herkesin en çok merak ettiği yapıların başında gelir. 16. yüzyılda üstat saatçi Hanus tarafından geliştirilmiş olan bu sanat eseri, iki kadran ve hareket eden heykellerden oluşmaktadır. Saatin en büyük özelliği, her saat başı İsa’nın 12 havarisinin kulenin iki penceresi arasında gidip gelmesi. Horozun ötüşü ile başlayan hayat, iskeletin çektiği iple sona eriyor. İşte her saat başı buraya toplanan meraklı kalabalık bu seremoniyi izliyor. Burası turistlerin de en çok bulunduğu yerlerin başında geliyor. Ayrıca hırsızlık olaylarının zaman zaman yaşandığı Prag’da para ve pasaportunuza en çok dikkat etmeniz yerlerden biri.
Yukarıdaki kadran saatin kendisi olup, saati, günü ve ayı gösterir. Çağın bilgileri sınırlarında alınan yaklaşık değerlerle ayın ve güneşin hareketlerini izler. İnanması güç ama 500 sene öncesinin mekanizması ile çalışmaya devam eder. Bana Fransa’nın Strasburg kentindeki katedralde gördüğüm saati hatırlatıyor.
Aşağıdaki kadran ise bir takvim. Ortasında eski Prag kentinin arması (üç kule ve bir kapı) var. Bu arma zodiak burçları ile çevrilmiş. Bunlar da senenin oniki ayını sembelize eden 12 madalya ile çevrelenmiş. 19 yüzyılda yaşamış en büyük Çek ressamı Joseph Manes’in bu eserinin Astronomik Saat ile alakası yok.
Astronomik Saatin bulunduğu kuleye 250 CZK (10 Euro) ödeyerek çıkabiliyorsunuz. Yalnız buna değiyor. Yukarıdan Prag’ın farklı yönlerden muhteşem manzaralarıyla karşılaşıyorsunuz. Çok güzel fotoğraflar çekebilir ve bu güzel manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Gün batımına doğru çıkmanızı öneririm.
Saatin solundaki yapı Eski Belediye Sarayı. Günümüzde burada evlenmek çok popüler. Genç evliler belediye sarayının bu göz kamaştıran gotik kapısından geçerler. Belki siz oradayken buradaki bir evliliğe şahit olabilirsiniz.
Bu binanın tamamen sol tarafında ise 1611’de İtalyan Rönesans stiliyle inşa edilmiş U Minuty Evi var. Cephesi resimlerle kaplanmış mitolojik figürler içeren bu evde, söylenildiğine göre Franz Kafka çocukluğunda birkaç yıl yaşamış.
*Staromestske Meydanı :
Hemen saatin yanındaki devasa meydan eski kentin merkezi. Prag’ın en turistik yerlerinden biri. Meydan birbirinden güzel yapılarla çevrili. Tam karşıda gotik cephesi ve sivri kuleleriyle dikkat çeken Notre Dame de Tyn Kilisesi.
Onun sol tarafındaki pembe boyalı güzel yapı 1755’de barok mimariyle inşa edilmiş Golz Kinsky Sarayı. Bir diğer köşede barok bir yapı olan St.Nicolas Kilisesi var. Onun yanından uzanan Parizska (Paris) Sokağı sizi biraz ilerdeki Yahudi Mahallesi’ne kadar götürür.
Meydanın tam ortasındaki heykel, öncelikle Çek tarihinde, ama aynı zamanda Avrupa tarihinde önemli bir kişilik olan Jan Hus’a ait. Bu devrimci din adamı yozlaşmış Katolik kilisesine başkaldırdığı için 1415’de diri diri yakılarak öldürülmüş. Onun ölümünün 500. ölüm yılı anısına da bu heykel 1915’de buraya dikilmiş. Dünyada milli dirinişin erken örneklerinden biri sayılan Jan Hus hareketinden birçok kişi gibi Protestanlığın babası kabul edilen reformcu Martin Luther de etkilenmiş. Anıtın altındaki yazıda şöyle bir söz yazılı : “Zaferi gerçek kazanacaktır”.
*Notre Dame de Tyn Kilisesi :
Eski Kent meydanındaki bu görkemli kilise 1365’de inşa edilmeye başlanmış ve 15. yüzyılın ikinci yarısında tamamlanmış. Prag’a özgü külah şeklindeki ince kuleleriyle dikkat çekiyor. Kiliseyi yapan Karl Köprüsü ve St. Vitus Katedrali başta olmak üzere kente birçok eser kazandıran ünlü mimar Peter Parler.
Kilisenin en güzel fotoğraflarını Astronomik Saat’in bulunduğu kulenin tepesinden çekebilirsiniz.
*Barut Kulesi :
Stromestske Meydanı’ndan kentin zarif yaya yollarından biri olan Celetna sokağını izleyerek bu tarihi kuleye ulaşıyorsunuz. Bu arada her iki yanı saraylar ve soylu konutlarla sınırlanmış Celetna sokağı da, Prag’ın görülmesi gereken yerlerinden biridir.
Bu kule Ortaçağ’da surlarla çevrili Prag’ın sur kapılarından biriymiş. 65 metre yükseklikteki kule 1395’de geç gotik tarzda inşa edilmiş. 17. yüzyılda bir cephane deposunu barındırması nedeniyle bu isimle anılmaya başlanmış. Bohemya azizleri ve hükümdarlarının heykelleri ve armalarıyla süslü olan Barut Kulesi Prag’ın ilginç külahlı binalarından biri.
Kule Cumhuriyet Meydanı’na (Namesti Republiky) bakıyor. Hemen kulenin yan tarafında göz alıcı bir bina var. Bu kocaman art nouveau tarzında 1905-1911 yılları arasında inşa edilmiş bina, Belediye Sarayı. Bu bina içinde birkaç restoran, girişte çok şık bir kafeterya var. Ayrıca buradaki Smetana Konser Salonu’nda klasik müzik konserleri düzenleniyor. Bir gelişimde buradaki afişte bizim ünlü piyanistimiz Fazıl Say’ın bir konserinin düzenleneceğini görmüştüm.
*Yahudi Mahallesi (Josefov) :
Eski kentteki Yahudi mahallesi Prag’da ziyaret edilmesi gereken yerlerden birisidir. Meydandan Parizska sokağına girildikten sonra, soldaki Siroka sokağına sapılarak buraya ulaşılır. Bu mahalleye Josefov ismi verilmesinin nedeni, İmparator II.Joseph’in 1781’de yayınladığı Hoşgörü Fermanı ile getto koşullarının Yahudiler için iyileştirilmesi ile ilişkilidir. 13. yüzyılda Yahudi gettosu burada kurulmuş ve 19. yüzyıl başlarına kadar çevresi duvarlarla örülü bu gettonun içerisinde Yahudiler hayatlarını sürdürmüşler. O tarihten sonra eski binalar yıkılarak, yerine yenileri yapılmıştır.
Bu mahallede Avrupa’nın en eski (15.yy tarihlenen) ve en önemli Yahudi mezarlığı bulunmaktadır. 20 bin civarında mezar taşının olduğu söylenen mezarlıkta mezarlar birbirine dayanmış iskambil kağıtları kadar sık bir taş kümesi halindeler. Taşlar son derece eski. En eski mezar 1439 yılından kalma ve bilgin Avigdor Kara’ya aitmiş.
Josefov’da birkaç tane sinagog yer alıyor. Avrupa’daki en eski sinagog burada. Staronova Sinagogu gotik bir yapı ve 1270 tarihli. Ayrıca burada Maisel Sinagogu, Pinkas Sinagogu ve bugün bir müze olarak kullanılan Klausen Sinagogu yer almaktadır. Sinagoglar Cumartesi günleri Şabat nedeniyle kapalı. Ama diğer günler ziyaret edilebiliyor.
*Vaclavske Meydanı – Ulusal Müze :
Prag’ın bu kocaman meydanı Ulusal Müze’ye kadar uzanır. 750 metre uzunluğundaki bu meydan1989’da Kadife Devrim’in gerçekleştiği yerdir. Her iki yanında şık mağazaların bulunduğu meydana Prag’a yolu düşenler mutlaka uğrar.
Meydanın güney ucundaki Ulusal Müze 1890’da Rönesans tarzında inşa edilmiş görkemli bir bina. 1968’de Prag’a giren Sovyet askerleri bu binayı parlamento sanarak ateşe vermişler. Müzenin önünde yer alan heykel, Bohemya’nın aziz patronu Wencleslas’a ait. Heykeli 1912-1913 yılları arasında Myslbek yapmış.1968’deki Sovyet işgalini protesto amacıyla felsefe öğrencisi Jan Palach kendini heykelin yanında yakmış. Bunun yanı sıra bu meydan birçok trajik olaya sahne olmuş.
Prag’da bahsettiğim bu belli başlı yerleri gezmek için minimum iki tam güne ihtiyaç vardır. Ama aslında bu şehir daha fazla zaman geçirmeyi hak edecek kadar güzeldir. Bunların dışında bir Prag haritası edinip keyifli zaman geçirebileceğiniz birçok yeri gezerken keşfedebilirsiniz