Tag

Kotor

Browsing

Karadağ seyahatimiz sırasında beş gün konakladığımız Budva, Kotor’dan 23 km uzaklıktaki bir sahil kenti. Kotor’dan çok daha büyük ve yaygın bir kent. Aynı zamanda Karadağ’ın gece hayatı en renkli ve canlı kenti konumunda. En fazla konaklama tesisi, bar, taverna, restoran ve kafeterya bu kentte var. Ayrıca yazın gelecekler için denize girebilecekleri çok sayıda plaj mevcut. Yaz festivalleri sırasında ünlü grupların verdiği konserler özellikle gençleri buraya çekiyor. Kısacası Budva için Karadağ’ın en gözde sayfiye yeri, en çekici turist destinasyonu tanımlamasını yapabiliriz. Özellikle Rus turistler Budva’yı tercih ediyor.
karadag - 12-BudvaBudva’nın yeni kenti bilindik çok katlı binalarla dolu olduğundan gezmek için pek ilginç değil. Düzensiz bir şekilde inşa edilmiş betonarme binalar, plansız bir büyümenin sonucu olarak ortaya çıkmış. Buna karşın son derece küçük olan surlar içindeki eski kent (Old Town-Stari Grad) görmeye değer güzellikte.

Budva eski kenti 2500 yıllık tarihi bir geçmişe sahip. Adriyatik kıyısındaki en eski yerleşimlerden biri. Bugünkü mimarisine baktığımızda, Kotor eski kentinde olduğu gibi, burada da Venediklilerin izlerini görmekteyiz. Zaten Budva 1420-1797 yılları arasında Venedik Cumhuriyeti’nin hakimiyeti altında kalmış. O dönemde Osmanlı saldırılarına karşı Venedikliler tarafından bugün hala ayakta olan surlarla çevrilmiş. Ardından 1814’den başlayarak 1918’e kadar Avusturya-Macar İmparatorluğu’na bağlanmış. I.Dünya Savaşı ardından Sırpların Budva’ya girmesiyle, kent Yugoslavya Krallığı hakimiyetine girmiş.

Yeni kent ve plajların biraz ilerisindeki tarihi surlar içinde kalan eski kenti (Stari Grad) mutlaka gezmek gerekir. Labirent gibi daracık sokakları, mimari dokusu iyi korunmuş tarihi yapılarıyla çok güzel. Aslında eski kent 1979’da depremden zarar görmüş olsa da, sonradan tüm yapılar orijinal planına sadık kalınarak restore edilmiş.

Eski Kent’te üç kilise bulunuyor. Bunlardan biri bir Ortodoks kilisesi olan, 1804 yılında inşa edilmiş Holy Trinity. Diğeri ise kulesi uzaktan bile fark edilen Vaftizci Yahya’ya adanmış St İvan Kilisesi. Kilise çok eski dönemde inşa edilmiş olsa da, daha sonraki yüzyıllarda birçok kez değişikliğe uğramış. Bugünkü kulesi barok döneme tarihleniyor.
karadag - 13-BudvaEski Kenti gezerken Budva Kalesi’ne çıkmak gerekir. Çünkü buradan eski kent manzarası, arka plandaki dağlar ve deniz ile çok hoş. Burada güzel fotoğraf kareleri yakalayabilirsiniz.

Budva’da Yeme – İçme  :

Budva’ın özellikle sahilinde birçok restoran var. Eğer balık, deniz ürünleri ya da deniz ürünlü makarna yemek istiyorsanız, benim önerim sahilde manzaralı güzel bir mekana sahip Jadran Restoran. Buranın en eskilerinden. Yemekleri lezzetli, fiyatlar makul. Ayrıca gerek eski kente, gerekse plajlara yürüme mesafesinde.
Surlar içindeki eski kentte de birçok restoran var. Benim buradaki tercihim bir İtalyan restoranı olan Pizzeria Sambra. Pizza fiyatları ortalama 10 euro civarında. Bu ülke için biraz pahalı olsa da, mekan ve yemekler için değer.
Eğer mekanın ve yemeklerin beğenildiği ve aynı zamanda fiyatların oldukça ucuz olduğu bir restoran arıyorsanız, Kuzina’yı kesinlikle öneririm. Bu restoran sahilde değil, iç kısımda bir sokak içinde kalıyor. İki akşam orada yedik ve memnun kaldık. Kaldığımız otele 7-8 dakika yürüme mesafesindeydi. Kalite-fiyat dengesinin çok iyi olması nedeniyle önünde devamlı kuyruk oluyor. Daha doğrusu bizim geldiğimiz saatlerde öyleydi. Çorbalar 2-3 euro, makarnalar 5-6 euro civarında. Tabii başka yemekler de var. Ayrıca servis oldukça hızlı.

*Sveti Stefan    :

Sveti Stefan, Budva’ya 6 km mesafede Karadağ’ın küçük bir yerleşimi. Budva’ya gelen hemen hemen herkesin uğradığı güzel bir mekan. Karadağ’ın en fazla fotoğrafı çekilen yerlerinden biri. Budva’dan minibüs ya da taksiyle 15 dakika gibi kısa bir sürede ulaşılıyor. Biz buraya Arnavutluk sınırı yakınındaki Ulcinj şehrini gezdikten sonra gelmiştik. Akşamüstü saat 17.00 dolaylarında geldiğimiz için çok iyi fotoğraf çekme imkanına sahip olamadık. Bu yüzden havanın güzel olduğu sabah saatlerinde gelirseniz, çok daha güzel fotoğraf kareleri yakalayacağınızı düşünüyorum.

Sveti Stefan ilk olarak 15. yüzyılda bir balıkçı köyü olarak kurulmuş. 1442 yılında Osmanlı’nın Balkanlara düzenlediği sürekli seferlerden korunmak için etrafını surlarla örmüşler. Bu küçük yerleşim 19 yüzyılda büyük bir gelişme göstermiş. Nüfusu giderek artmış. Fakat 20. yüzyılın başlarında ekonomik gücünü kaybedince, nüfus göçü de başlamış. 1950’li yıllarda giderek önemini kaybeden köyün turistik bir komplekse çevrilmesi fikri doğmuş. Sonuçta 1960’lı yıllardan itibaren buraya zengin ve ünlü kişiler akın etmeye başlamış.

Günümüzde ince bir geçitle karaya bağlanan adayı Aman Sveti Stefan grubu otel olarak işletiyor. Burası Karadağ’ın en özel oteli. Konukları arasında Hollywood yıldızları, devlet adamları, ünlü sporcular var. Ada her gün rehberli bir turla 12-16 arası 20 euro karşılığında gezilebiliyor. Adayı gezmenin diğer bir yolu ise, buradaki otelin restoranında önceden rezervasyon yaptırarak bir öğlen ya da akşam yemeği yemekten geçiyor. Menüdeki fiyatlar ise bir hayli yüksek. Menüyü incelediğimde, çorbaların 16 euro, makarnaların 25 euro, ana yemeklerin ise 35-40 arasında olduğunu görmüştüm.

Adanın hemen yanında gerek otel müşterilerinin faydalandığı ya da dışarıdan gelenlerin ücret karşılığı faydalanabileceği bir plaj var. Arka tarafa doğru yürüdüğünüzde orada da Villa Milocer diye bir tesis var. Burası bir dönem Yugoslavaya’nın devlet başkanı Tito tarafından da yazlık olarak kullanılmış. Villa Milocer Aman grubunun idaresinde ama orman ve bulunduğu koy halka açık.
Minibüs ile geldiğinizde, aşağıya doğru inerken, tepeden Sveti Stefan’ın kırmızı çatılı taş binalarıyla çok güzel bir panoramik manzarası karşınıza çıkıyor.
karadag - 14-Budvakaradag - 15-Budva

Perast, Kotor Körfezi’nin en ucundaki küçük bir yerleşim. Kotor’un birkaç kilometre kuzey batısında kalıyor. Burayı görür görmez çok beğendim. Hatta Kotor’a ilk gelişimde nasıl oldu da burayı atlamışım diye hayıflandım. Neyse kısmet bugüneymiş.
Buraya Kotor eski kentin Deniz Kapısı’ndan çıktıktan sonra, surların hemen önünden kalkan Blue Line minibüsleriyle yaklaşık 20-25 dakikada ulaşıyorsunuz.

Perast da, Kotor gibi 1420-1797 yılları arasında Venedik idaresinde kalmış. Bu nedenle bu küçük kasabada Venedik mimarisi hakim. Bu dönem içinde zengin ailelere ait barok saraylar ve kiliseler inşa edilmiş. Zaten bu dönem Perast’ın altın çağı olarak biliniyor.
karadag - 8-PerastPerast taş evleri, kiliseleri, sarayları ve daracık sokaklarıyla mimarisi göz alıcı bir yerleşim. Ama bunun yanında sakin, huzur dolu bir yer. Sahilde dolaşırken kendinizi huzurlu hissediyorsunuz.
Sabah Kotor’u gezdikten sonra, akşamüstü saatlerinde geldiğimiz Perast’ı kısa sürede keşfettik. Gün batımını sahilde bir şeyler içerek geçirmeden önce, hemen karşıda gezmemiz gereken Lady of the Rocks Adası vardı. Bence Perast’a kadar gelen herkesin bu güzel adayı gezmesi gerekir.

Our Lady of the Rocks (Kayaların Meryem’i) Adası, Karadağ’ın en çok fotoğrafı çekilen dört meşhur manzarasından biri olarak biliniyor. Buraya sahilden kalkan motorlu teknelerle beş dakikada ulaşılıyor. Gidiş-geliş için kişi başına ödenen ücret 5 euro. Tekne sizi orada yaklaşık 30 dakika kadar bekliyor. Bu süre içinde bu minik adayı ve buradaki kiliseyi gezebiliyorsunuz. Ayrıca buraya tekneyle gidip gelirken hem adanın, hem de Perast’ın denizden çok güzel fotoğraflarını çekme imkanına sahip oluyorsunuz.
Our Lady of the Rocks Adası karşısında küçük bir ada daha var. Burası turistik ziyarete kapalı olan ve üzerinde bir manastır olan St.George Adası. İçinde manastıra ait bir kilise ve çan kulesi var.
Lady of the Rocks Adası’na gelince, tamamen insan eliyle yapılmış. Günümüzde müzeye dönüştürülmüş hoş bir mimariye sahip kilisenin bulunduğu adanın yapılış hikayesi dini bir nedene dayanıyor. 15. yüzyılda geçen hikaye ise şöyle : Çıktığı seferden dönen denizci, adanın şu an bulunduğu yerde bir Bakire Meryem ikonası bulur. Sonrasında Perast halkı seferden dönen denizciler için bu noktaya gelip taş atmaya başlar. Zamanla biriken bu taşlar bir adacık meydana getirir. Bu gelenek hala 22 Temmuz’da düzenlenen Fasinada Festivali ile yaşatılmaktadır.

Adadaki kilise Bakire Meryem’e adanmış. Kilise ve üzerinde bulunduğu ada bugünkü haline 1630’da kavuşmuş. 1667’de meydana gelen depremde büyük hasar görünce, aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Kilisenin oluşmasına neden olan Meryem ikonası mihrabın ortasında yer almaktadır. Zamanında seferden sağ salim dönen denizciler, denizdeki maceralarını gümüş sikkeler üzerine basarlarmış. İşte bu gümüş sikkeler bugün kilisenin duvarlarını süslemektedir.
karadag - 9-Perastkaradag - 10-Perastkaradag - 11-Perast

Eski Yugoslavya’yı oluşturan yedi cumhuriyetten biri olan Karadağ’a bundan önce iki kez gitme fırsatı bulmuştum. Bunlardan biri turist rehberi olarak gittiğim Balkan turu sırasındaydı. Arnavutluk’tan Karadağ’a geçmiş ve burada Kotor ve Budva gibi iki önemli şehri gezdikten sonra, Hırvatistan’ın Adriyatik kıyısındaki güzel kenti Dubrovnik’e devam etmiştim. Bu sefer iş için değil, ailemle birlikte gezmek amaçlı gidiyordum. Muhteşem bir coğyafyaya sahip Balkanların bu küçük ülkesinde beş tam gün geçirecektik. Daha önce iki kez gezdiğim Kotor, Budva ve Sveti Stefan gibi yerleşimlerin dışında, merak ettiğim Durmitor Milli Parkı, Ulcinj, Cetinje ve Kotor’un hemen yanı başındaki Perast’ı da gezi programına almıştım.

Beş gece konaklayacağımız oteli Budva’da seçtim. Bunun nedeni, Budva’nın canlı, hareketli bir şehir olması ve bir de buradan diğer şehirlere ulaşımın daha kolay olmasıydı. Türk Hava Yolları’nın İstanbul’dan bir buçuk saat kadar süren uçuşuyla güzel bir yolculuktan sonra akşam saatlerinde indiğimiz Podgorica Havalimanı’ndan doğruca taksiyle Budva’daki otelimize hareket ettik. Başkent Podgorica’nın gezmeye pek değer bir şehir olmaması nedeniyle programa dahil etmeyi düşünmemiştim.

Genel Bilgiler   :

*Karadağ’ın doğusunda Arnavutluk ve Kosova, kuzeyinde Sırbistan, batısında Hırvatistan ve Bosna Hersek, güneyinde ise Adriyatik Denizi yer almaktadır.
*Ülkeye Avrupalılar “Montenegro”, Karadağlılar ise “Crna Gora” diyorlar.
*Ülkenin başkenti Podgorica. Nüfusu 150 bin civarında.
*Yüzölçümü 13812 km2.
* Ülkenin nüfusu yaklaşık 622 bin kişiden (2017’de)oluşuyor. Bunun %43 kadarı Karadağlı olup, % 32 oranında Sırp nüfus var. Nüfusun diğer kısmını ise Arnavutlar, Bosnalılar ve Hırvatlar oluşturmaktadır.
*Ülkedeki insanların büyük çoğunluğu, hemen hemen %75 kadarı Ortodoks Hıristiyan. Bunu Müslüman nüfus izliyor. Biraz da Katolik var.
*Karadağ, Avrupa Topluluğu’na girme aşamasında. Şu anda Türk vatandaşları için vize gerekmiyor. Ama Avrupa Topluluğu’na dahil olduktan sonra, bu ülkeye de Schengen vizesi ile girilebilecek. Bu yüzden vize problemi ile karşılaşmadan gidip gezmek lazım.
*Ülkede para birimi olarak Euro kullanılıyor.

Karadağ’a Nasıl ve Ne Zaman Gidilir   :

THY’nın ve Pegasus’un İstanbul’dan Podgorica’ya direk seferi var. Uçuş süresi yaklaşık 1 saat 30 dakika.
Nisan-Ekim arasındaki bahar ve yaz ayları Karadağ’ı gezmek için en uygun dönemdir. Kışlar genelde soğuk ve yağışlı geçtiğinden pek tavsiye etmem.

Havalimanından Kent Merkezine Ulaşım  :

Podgorica havalimanından Budva, Kotor ya da bir başka şehre gidecek olanlar için Montenegro Taksi’yi öneririm. Son derece güvenli ve dakik bir firma. Şöförleri de iyi. Podgorica havalimanından Budva’daki otelimize gidiş ve dönüşte bu firmanın taksisini kullandık ve çok memnun kaldık. Yaklaşık 65 km bir mesafe için 30 euro gibi makul bir ücret ödedik. Yalnız gelmeden rezervasyon yaptırmanız, geliş gün ve saatinizi firmaya bildirmeniz gerekmektedir.
Bir diğer alternatif ise havalimanındaki bir rent a car firmasıyla anlaşıp araç kiralamak. Budva’dan diğer şehirlere ulaşım oldukça rahat. Sık aralıklarla otobüs ya da minibüs olduğundan, araç kiralamayı düşünmedik.

Karadağ’ın Tarihi   :

*Roma ve Bizans dönemlerinin ardından Karadağ’ın 12. yüzyılda Sırp egemenliğine girdiğini görmekteyiz.
*1389’da Sırpların Osmanlı Devleti’ne yenilmesinin ardından, Karadağ’ın büyük bir kısmı bağımsızlığını korumuş.
*1878’deki Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti Balkanlardaki topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiş. Bu dönemde Karadağ’ın bağımsızlığını tanımış ve ülkenin sınırları iki katına çıkmış.
*1912-1913 Balkan savaşları sırasında Osmanlı’ya karşı Sırbistan ile birleşen Karadağ, bu savaşta topraklarını genişleterek Sırbistan’a komşu olmuş.
*1918’de I.Dünya Savaşı bitiminde Karadağ’dan çekilen Avusturya-Macaristan birliklerinin yerini Sırp ordusu almış. Böylece Karadağ Sırbistan’a katılmış.
*1946’da yapılan federal anayasa ile Karadağ, Yıugoslavya’yı oluşturan altı özerk federe birimden biri olmuş.
*Bosna Savaşı’nda Sırpların yanında yer alan Karadağ, 1996’da Sırbistan ile bağlarını kopartmış.
*Yapılan referandum sonrası bağımsızlık kararı alınmasının ardından, 3 haziran 2006’da Karadağ Parlamentosu ülkenin bağımsızlığını ilan etmiş.

Karadağ’ın Ekonomisi  :

Hizmet sektörünün tarım ve sanayiye göre ekonomideki payı çok büyük. Bu sektördeki en büyük pay ise yaklaşık %22 ile turizmden geliyor. Kısacası turizm gelirlerinin ülke ekonomisine katkısı büyük. Her yıl yaklaşık 2 milyon civarında turist ülkeyi ziyaret ediyor.

Karadağ’da Konaklama   :

Karadağ’da konaklamak için bence iki seçenek var. Ülkenin en güzel iki kentinden birini merkez olarak seçmelisiniz. Bunlar Kotor ve Budva. Ben ilk gelişimde Kotor’da konaklamıştım. Bu son gidişimde ise Budva’yı tercih ettim. Bana sorarsanız Budva ulaşım kolaylığı, restoranlar, konaklama tesisleri ve barların bolluğu açısından daha ağır basar. Budva’da kaldığımız Hotel Jovana, son yıllarda en çok beğendiğim konaklama tesislerinden biri oldu. Gerek otelin sahibi Marina, gerekse oğlu Vladimir çok ilgili ve güleryüzlüydü. Bizim rahatımız için ellerinden geleni yaptılar. Bir daha buraya yolum düşse, kesinlikle bu otelde kalırım. Bu yüzden tüm gezginlere tavsiye ediyorum. Otel otobüs terminaline yaklaşık 10 dakika, Budva eski kente ise 25 dakika yürüme mesafesinde. Üç kişilik oda için kahvaltı dahil günlük 100 euro ödedik. İlk geldiğimiz akşam bize yemek ikram etmeleri de büyük bir misafirperverlik örneğiydi. Açıkçası bizim için sürpriz oldu.

Karadağ’da Yeme – İçme  :

Budva, Kotor, Ulcinj gibi Adriyatik Denizi kıyısındaki şehirlerde balık ve deniz ürünleri bolca tüketilmektedir. Bunun yanı sıra makarna, pizza gibi İtalyan yemeklerinin yapıldığı çok sayıda restoran vardır. Kısacası Akdeniz ve özellikle İtalyan mutfağı ağırlıklı yemekler söz konusu.
Fiyatlar birçok Avrupa ülkesine oranla şimdilik daha ucuz. Ama Avrupa Topluluğu’na girdikten sonra büyük ihtimalle giderek daha pahalı bir ülke olacaktır.

Karadağ’ın kuzeyindeki Durmitor Milli Parkı öteden beri gitmeyi düşündüğüm bir yerdi. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu doğa harikası yeri görmek istiyordum. Bu ülkeye daha önceki gelişlerimde buna fırsat bulamamıştım. Bu sefer Karadağ’daki bir günümü buraya ayırdım. Araba kiralayıp gitmek biraz zaman kaybına yol açacağı için, çok iyi bir program sunan Kotor eski kentteki “360 Monte” adlı seyahat acentesini tercih ettim. Kişi başı bu tam günlük tur için 50 euro ödedik. Buna sabah kahvaltısı, akşam yemeği ve milli park giriş ücreti dahil değildi. Turun sonunda gerek gördüğümüz çok güzel yerlerden, gerek turun organizasyonundan ve gerekse Miloş adlı rehberimizin anlatımından çok memnun kaldık.
Tura katılan bizimle birlikte 19 kişi vardı. Gidiş-geliş olarak 450 km civarında bir yol yapacaktık. Sabah saat 07.00’de Kotor eski kent surları önünden minibüsle hareket ettik. Sabahın erken saatlerinde çiselemeye başlayan yağmur, daha sonrasında güneşli bir havaya yerini bıraktı. İlk fotoğraf molamızı Perast’da, ikincisi ise çok güzel bir koy manzarasına sahip Risan’da verdik. Daha sonra Niksic adlı yerleşimde sabah kahvaltımızı yaptık.

İlk gezi noktamız Tara Kanyonu ve onun 172 metre yukarısından geçen Tara Köprüsü oldu. 144 km uzunluktaki Tara Nehri Karadağ’ın en uzunu. Köprüden baktığımızda aşağıdaki nehirde rafting yapanlar vardı. Rehberimizin söylediğine göre dünyanın en derin kanyonlarından biri olan Tara Kanyonu rafting tutkunlarının favori yeriymiş. Ayrıca burada 20 euro karşılığında zipling yapma imkanı var.
Tara Köprüsü’nü 1937-1941 yılları arasında Montenegrolu bir Sırp olan mimar Lazarovich inşa etmiş. Köprüyü bir uçtan diğerine yürüdüm. Tara Kanyonu ve çevresindeki manzara çok güzeldi.

karadag - 16-DurmitorBuradaki 35 dakikalık molamızın ardından Zabljak’a devam ettik. Bu şehir Durmitor Milli Parkı’na en yakın yerleşim yeri. Önce Durmitor Milli Parkı’na giriş yapıp buradaki 18 buzul gölden en güzeli olan Karagöl’ü (Black Lake) görecektik. Yürümesi son derece keyifli 600 metre uzunluğundaki ağaçlıklı bir yolu geride bırakarak Karagöl’e ulaştık. Karşılaştığım manzara inanılmaz güzellikteydi. Çevresinde yemyeşil ormanlık bir alan, arka planda yükselen dağlar ve yeşil renkteki bir göl. Gerçekten doğa harikası, huzur dolu bir yerdeydim.
Burada rakım 1550 metre civarında; gölün çevresi ise 1100 metre. Gölün çevresinde biraz dolaştık ve bol bol fotoğraf çektik. Şansımıza güzel hava burada keyifli zaman geçirmemizi sağladı. Bu arada gölün suyu oldukça temiz. Hava biraz serin olmasına, bu havaya alışık olan iki Rus kadın gölde yüzüyordu.
karadag - 17-Durmitor

karadag - 18-Durmitor

karadag - 19-Durmitor

Verilen bir saatlik zaman sonrası, göle pek de uzak olmayan Ora restoranda öğle yemeğini yedik. Ardından dönüşe geçildi. Dönüşü farklı yoldan yapıp, yolumuz üzerindeki Ostrog Manastırı’nı gezecektik. Manastır yoluna girdikten sonra, oldukça virajlı ve iki arabanın aynı anda bazı yerlerde geçemeyeceği kadar dar yollardan tepedeki manastıra kadar tırmandık. Kayalara oyulmuş olan manastır, konumu ile bana ülkemizdeki Sümela Manastırı’nı hatırlattı. Manastır 17. yüzyılda inşa edildiğinde tabii ki bu yollar yoktu. Osmanlı tehlikesine karşı manastırı ulaşımı son derece zor olan, saldırılara karşı güvenli bir yerde inşa etmişlerdi. Ostrog Manastırı 1923-1926 yılları arasında yenilenmişti.

Günümüzde buraya çok sayıca Ortodoks hacı geliyor. Ziyaretimiz sırasında yatak ve yorganlarını getirip manastır önünde yatanlara bile rastladık. Halen keşişlerin yaşadığı bu Sırp Ortodoks manastırı dindar Hıristiyanlar için son derece önemli bir hac yeri. Manastırı kuran Aziz Basil’in vücudundan bazı parçalar eğilerek girilen bir şapelde saklanmakta. Yukarıdaki küçük kilisenin duvarlarında freskler var. Bu yüzden içeride fotoğraf çekmek yasak.
karadag - 20-DurmitorKotor’a döndüğümüzde saat 21.00’i bulmuştu. Güzel, keyifli ve görsel yönden beni tatmin eden bir gezi olmuştu. Karadağ’a gelindiğinde sadece Kotor, Budva gibi bilinen kentleri gezmekle kalmayıp, başta Durmitor Milli Parkı olmak üzere ülkenin farklı güzelliklerini de keşfetmek gerektiğini düşünüyorum.

Bence Karadağ’ın tartışmasız en güzel kenti Kotor. Tarihi dokusu bugüne kadar çok iyi korunmuş. 1979’dan beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almakta olup, Güneydoğu Avrupa’nın en iyi korunmuş ortaçağ kentlerinden biri. Bu küçük tarihi kent Kotor Körfezi’nin kıyısında yer almakta olup, Venedik Cumhuriyeti tarafından inşa edilmiş surlarla çevrilmiş. Kentin mimarisinde Venedik etkisinin hakim olduğu görülüyor. Çok hoş mimarisi, güzel kiliseleri, taş evleri ve daracık sokaklarıyla görülmeye değer güzellikte bir kentten söz ediyoruz. Bu nedenle kenti çok fazla turist ziyaret ediyor.

Kentin en güzel yanı şüphesiz Kotor Körfezi. Burası Adriyatik Denizi kıyısındaki doğal bir fiyord olarak nitelendiriliyor. Doğal bir liman olan Kotor, dar boğazlarla birbirine bağlanan dört koydan oluşuyor. Kotor Körfezi’ni yukarıdan seyretmek için kaleye tırmanmak gerekiyor. En güzel manzarayı buradan yakalayabilirsiniz. Ayrıca sahil boyunca ilerlerken  çok hoş manzaralarla karşılaşıyorsunuz.

*St.John Kalesi   :    

Kotor’a gelindiğinde ilk yapılması gereken şey, dağın tepesindeki kaleye çıkmaktır. Çıkış biraz zorlu, yaklaşık 45 dakika kadar sürüyor. En tepeye kadar çıkamayacak olsanız bile, kilisenin biraz daha üst noktasına kadar çıkmanızı öneririm. Tepeden manzara gerçekten nefis. Tüm Kotor kenti (eski ve yeni kent) ve körfezi ayaklarınızın altında uzanıyor. Bu nedenle çıktığınıza kesinlikle değiyor.
Kaleye sabahın erken saatlerinde ya da en azından öğleden önce tırmanmak, sıcaktan daha az etkilenmenizi sağlar. Ayrıca erken saatlerde çıkıldığında, çok daha güzel fotoğraf kareleri yakalarsınız. Kaleye çıkış ücreti kişi başı 8 euro.
karadag - 1-Kotor *Eski Kent (Old Town) :

Kaleye çıktıktan sonra surlar içindeki eski kenti gezmelisiniz. Kent surları gerçekten görkemli. Eski kente üç kapıdan giriş yapabiliyorsunuz. Ana giriş batıdaki 16. yüzyıla tarihlenen Deniz Kapısı. Girdikten sonra mimari dokusu çok iyi korunmuş tarihi bir kent ile karşılaşıyorsunuz. Hayran kalmamak mümkün değil.
karadag - 3-KotorÜç kapılı bu küçük kenti korumak için dağlara doğru yapılmış olan surların uzunluğu 4,5 km. Deniz Kapısı’nın tam karşısındaki Saat Kulesi 1602 yılında inşa edilmiş. Kulenin bulunduğu ana meydanın çevresinde restoran ve kafeteryalar var.
Yaklaşık 2000 yıllık tarihi geçmişi olan bu kentte romanesk, gotik, Rönesans, barok gibi farklı mimari üsluplarla inşa edilmiş yapılar bulunuyor. Bunlar içinde kentin katedrali, kiliseler, ve saraylar yer alıyor. Yeşil pancurlu evleri ve daracık sokaklarıyla kentin Venedik’e benzer kısımları var.
Taş döşeli daracık sokaklarında ve bu sokaklara açılan küçük meydanlarda dolaşarak bu yapıları keşfedebilirsiniz. Yürüyerek kısa bir sürede eski kenti gezebiliyorsunuz. Daha sonra da bir kafeterya ya da restoranda oturarak hem yorgunluğunuzu atıp, hem de burada bulunmanın keyfini yaşayabilirsiniz.
karadag - 4-Kotorkaradag - 5-Kotor karadag - 5-A-Kotor*Aziz Triphon Katedrali  :

 Meydandaki Aziz Triphon Katedrali kentin en önemli ve en güzel yapılarından biri. Kentin koruyucusu Aziz Triphon onuruna 1166 yılında inşa edilmiş. Karadağ’daki iki Katolik katedralden biri. Romanesk üslupla yapılmış katedral, 1667’deki depremden ciddi şekilde zarar gördüğü için, yeniden inşa edilmiş. Fakat yeteri kadar fon bulunamadığından bir kulesi daha kısa kalmış. 1979’daki deprem de katedrale epey bir zarar vermiş. Sonrasında iç kısmı restore edilmiş.
karadag - 6-Kotor*Aziz Luka Kilisesi :

Bir diğer meydandaki bu küçük kilise 1195 yılında İncil yazarlarından Aziz Luka adına inşa edilmiş. Kilisenin tabanında şehrin ileri gelenleri ile din adamlarına ait mezarlar bulunmaktadır.
karadag - 7-KotorBunların dışında görülmesi gereken kiliselerden biri de bir Ortodoks Sırp kilisesi olan 1909 yılında inşa edilmiş St.Nicolas’dır. Bu kilise de küçük bir meydana bakmaktadır.
Kotor’da 15-18 yüzyıllar arasına tarihlenen, çoğunluğu barok mimari üslupla inşa edilmiş saraylar var. Bunlar günümüzde farklı amaçlarla kullanılıyor. Örneğin 1732 yılına tarihlenen Grgurina Sarayı bugün Denizcilik Müzesi (Maritime Museum) olarak hizmet veriyor.

Kotor’a Nasıl Gidilir  :

Bu nereden geleceğinize bağlı. Kotor’da konaklamayı düşünüyorsanız, Podgorica havalimanından ya taksi ile ya da araba kiralayarak Kotor’a ulaşabilirsiniz. Araçla 1,5 saat kadar sürüyor.

Şayet bizim yaptığımız gibi Budva’da konaklıyorsanız, o zaman Budva otobüs terminalinden belli saatlerde kalkan otobüse binerek Kotor’a ulaşabilirsiniz. Budva-Kotor arası 23 km. Bu mesafeyi otobüsler trafik durumuna göre 30 ya da 45 dakikada alıyorlar. Yalnız sabah saatlerinde otobüsler bazen dolu olabiliyor. Ayakta kalmak istemiyorsanız, kalkış saatinden önce terminalde olmakta fayda var. Bileti otobüse binmeden, oradaki gişeden alıyorsunuz. Kişi başı 4 euro.

Hırvatistan’ın Dubrovnik kentinden de Kotor’a direk otobüs var. Yolculuk yaklaşık 2 saat sürüyor. Yine Bosna Hersek’in güzel kenti Mostar’dan da Kotor’a günde iki otobüs seferi olduğunu ve yolculuğun yaklaşık 6 saat sürdüğünü biliyorum.

Kotor’da Yeme-İçme :

Karadağ’ın özel bir mutfağı yok. Balık, deniz ürünleri ve İtalyan yemeklerinin servis edildiği Akdeniz mutfağı ağırlıklı restoranların çoğunlukta olduğunu söyleyebilirim.
Kotor Eski Kent’te daha önce birkaç kez yemek yemiş biri olarak, bazı restoran isimleri vermek istiyorum. Tabii gezerken keşfedebileceğiniz başka restoranlar da olacaktır.

İlk geldiğimiz gün öğlen yemek yediğimiz Konoba Scala Santa bunlardan biri. İç kısmı gayet güzel dekore edilmiş, ortaçağ havasında bir mekan. Hava sıcak olunca terasta oturduk. Balık ve deniz ürünleri ağırlıklı bir menü var. Bunların dışında tavuk, et, makarna, çorba gibi birçok seçenek var. Biz farklı soslarla hazırlanmış makarnalardan seçtik ve yediklerimizin lezzetinden memnun kaldık.
Bastion, Kotor’a ilk gelişimde akşam yemek yediğim, surların yanında güzel bir mekandı. Yine deniz ürünleri, balık ve Akdeniz mutfağı üzerineydi. Gerek yediğim balık, gerekse deniz ürünleri gayet başarılıydı.
Biraz pahalı olmasına rağmen, deniz ürünlerinin lezzetli ve manzarasının özellikle gün batımında çok güzel olduğu Galion bir diğer seçenek olabilir. Buraya ulaşmak için Eski Kent’ten marinaya doğru biraz yürümeniz gerekecektir.

Bundan önceki gelişlerimde Ulcinj’e uğramamıştım. Bu sefer ülkenin doğusunda, Arnavutluk sınırı yakınındaki Ulcinj’i gezi programına aldım. Buraya Budva’dan bindiğimiz otobüsle yaklaşık 2 saatte ulaştık. Kişi başı ödenen ücret tek gidiş için 7 euro.
Ulcinj Arnavutların yoğun olarak yaşadığı, yaklaşık 30 bin kadar bir nüfusa sahip şehir. Bu yüzden kentte hatırı sayılır bir Müslüman nüfus mevcut. Kent merkezi terminale biraz uzak olunca, zaman kaybetmemek için bir taksiye binmek zorunda kaldık. Tesadüfen şöför Arnavuttu. Onun söylediğine göre kentte toplam 7 tane cami varmış.
Aslında Ulcinj plajlarıyla meşhur bir şehir. Eski kentin hemen yanı başında güzel bir plaj vardı. Hava sıcak olunca, birçok kişi denize giriyordu. Aslında bizim de niyetimiz burada denize girmekti. Ama bir hayli zaman kaybedeceğimiz için, sadece eski kenti gezmek ve buradaki bir restoranda öğle yemeği yemekle yetindik.
Ulcinj’deki gezimize eski kentteki kaleden başladık. Kale bayağı harap vaziyetteydi. Buradaki 1510 yılından kalma kilise, 1693’de camiye çevrilmiş. Yıkık minaresi halen ayakta. Günümüzde ise burası arkeoloji ve etnografya müzesi olarak hizmet veriyor. Hemen kalenin çıkışındaki 17. yüzyıl tarihlenen tarihi çeşme, kent Osmanlı idaresi altındayken zengin bir aile tarafından yaptırılmış.
karadag - 21-UlcinjKaleden sonra son derece küçük olan eski kentte biraz dolaştık. Bazı taş evlerin ve daracık sokakların dışında pek fazla görülmeye değer bir şey yok. Zaten oldukça küçük.
Ardından öğle yemeği için  Dulcinea adlı restoranı tercih ettik. Manzarası çok güzeldi. Surlar içindeki eski kentten aşağıdaki yeni kente ve küçük plaja bakıyordu. Menüsü balık ve deniz ürünleri ağırlıklıydı. Zaten biz de büyükçe bir deniz levreği ile yanında mevsim salatası siparişi verdik. Bir de deniz ürünlü risotto söyledik. Hepsi çok başarılıydı. Ödediğimiz hesap ta böyle bir mekan ve yemekler için oldukça uygundu. Her ne kadar Ulcinj şehir olarak beklentilerimi tam olarak karşılamasa da, burada yediğimiz keyifli bir öğle yemeği benim için güzel bir anı olarak kalacaktı.
karadag - 22-Ulcinj

error: