Karadağ’ın kuzeyindeki Durmitor Milli Parkı öteden beri gitmeyi düşündüğüm bir yerdi. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu doğa harikası yeri görmek istiyordum. Bu ülkeye daha önceki gelişlerimde buna fırsat bulamamıştım. Bu sefer Karadağ’daki bir günümü buraya ayırdım. Araba kiralayıp gitmek biraz zaman kaybına yol açacağı için, çok iyi bir program sunan Kotor eski kentteki “360 Monte” adlı seyahat acentesini tercih ettim. Kişi başı bu tam günlük tur için 50 euro ödedik. Buna sabah kahvaltısı, akşam yemeği ve milli park giriş ücreti dahil değildi. Turun sonunda gerek gördüğümüz çok güzel yerlerden, gerek turun organizasyonundan ve gerekse Miloş adlı rehberimizin anlatımından çok memnun kaldık.
Tura katılan bizimle birlikte 19 kişi vardı. Gidiş-geliş olarak 450 km civarında bir yol yapacaktık. Sabah saat 07.00’de Kotor eski kent surları önünden minibüsle hareket ettik. Sabahın erken saatlerinde çiselemeye başlayan yağmur, daha sonrasında güneşli bir havaya yerini bıraktı. İlk fotoğraf molamızı Perast’da, ikincisi ise çok güzel bir koy manzarasına sahip Risan’da verdik. Daha sonra Niksic adlı yerleşimde sabah kahvaltımızı yaptık.
İlk gezi noktamız Tara Kanyonu ve onun 172 metre yukarısından geçen Tara Köprüsü oldu. 144 km uzunluktaki Tara Nehri Karadağ’ın en uzunu. Köprüden baktığımızda aşağıdaki nehirde rafting yapanlar vardı. Rehberimizin söylediğine göre dünyanın en derin kanyonlarından biri olan Tara Kanyonu rafting tutkunlarının favori yeriymiş. Ayrıca burada 20 euro karşılığında zipling yapma imkanı var.
Tara Köprüsü’nü 1937-1941 yılları arasında Montenegrolu bir Sırp olan mimar Lazarovich inşa etmiş. Köprüyü bir uçtan diğerine yürüdüm. Tara Kanyonu ve çevresindeki manzara çok güzeldi.
Buradaki 35 dakikalık molamızın ardından Zabljak’a devam ettik. Bu şehir Durmitor Milli Parkı’na en yakın yerleşim yeri. Önce Durmitor Milli Parkı’na giriş yapıp buradaki 18 buzul gölden en güzeli olan Karagöl’ü (Black Lake) görecektik. Yürümesi son derece keyifli 600 metre uzunluğundaki ağaçlıklı bir yolu geride bırakarak Karagöl’e ulaştık. Karşılaştığım manzara inanılmaz güzellikteydi. Çevresinde yemyeşil ormanlık bir alan, arka planda yükselen dağlar ve yeşil renkteki bir göl. Gerçekten doğa harikası, huzur dolu bir yerdeydim.
Burada rakım 1550 metre civarında; gölün çevresi ise 1100 metre. Gölün çevresinde biraz dolaştık ve bol bol fotoğraf çektik. Şansımıza güzel hava burada keyifli zaman geçirmemizi sağladı. Bu arada gölün suyu oldukça temiz. Hava biraz serin olmasına, bu havaya alışık olan iki Rus kadın gölde yüzüyordu.
Verilen bir saatlik zaman sonrası, göle pek de uzak olmayan Ora restoranda öğle yemeğini yedik. Ardından dönüşe geçildi. Dönüşü farklı yoldan yapıp, yolumuz üzerindeki Ostrog Manastırı’nı gezecektik. Manastır yoluna girdikten sonra, oldukça virajlı ve iki arabanın aynı anda bazı yerlerde geçemeyeceği kadar dar yollardan tepedeki manastıra kadar tırmandık. Kayalara oyulmuş olan manastır, konumu ile bana ülkemizdeki Sümela Manastırı’nı hatırlattı. Manastır 17. yüzyılda inşa edildiğinde tabii ki bu yollar yoktu. Osmanlı tehlikesine karşı manastırı ulaşımı son derece zor olan, saldırılara karşı güvenli bir yerde inşa etmişlerdi. Ostrog Manastırı 1923-1926 yılları arasında yenilenmişti.
Günümüzde buraya çok sayıca Ortodoks hacı geliyor. Ziyaretimiz sırasında yatak ve yorganlarını getirip manastır önünde yatanlara bile rastladık. Halen keşişlerin yaşadığı bu Sırp Ortodoks manastırı dindar Hıristiyanlar için son derece önemli bir hac yeri. Manastırı kuran Aziz Basil’in vücudundan bazı parçalar eğilerek girilen bir şapelde saklanmakta. Yukarıdaki küçük kilisenin duvarlarında freskler var. Bu yüzden içeride fotoğraf çekmek yasak.
Kotor’a döndüğümüzde saat 21.00’i bulmuştu. Güzel, keyifli ve görsel yönden beni tatmin eden bir gezi olmuştu. Karadağ’a gelindiğinde sadece Kotor, Budva gibi bilinen kentleri gezmekle kalmayıp, başta Durmitor Milli Parkı olmak üzere ülkenin farklı güzelliklerini de keşfetmek gerektiğini düşünüyorum.