Karadağ seyahatimiz sırasında beş gün konakladığımız Budva, Kotor’dan 23 km uzaklıktaki bir sahil kenti. Kotor’dan çok daha büyük ve yaygın bir kent. Aynı zamanda Karadağ’ın gece hayatı en renkli ve canlı kenti konumunda. En fazla konaklama tesisi, bar, taverna, restoran ve kafeterya bu kentte var. Ayrıca yazın gelecekler için denize girebilecekleri çok sayıda plaj mevcut. Yaz festivalleri sırasında ünlü grupların verdiği konserler özellikle gençleri buraya çekiyor. Kısacası Budva için Karadağ’ın en gözde sayfiye yeri, en çekici turist destinasyonu tanımlamasını yapabiliriz. Özellikle Rus turistler Budva’yı tercih ediyor.
Budva’nın yeni kenti bilindik çok katlı binalarla dolu olduğundan gezmek için pek ilginç değil. Düzensiz bir şekilde inşa edilmiş betonarme binalar, plansız bir büyümenin sonucu olarak ortaya çıkmış. Buna karşın son derece küçük olan surlar içindeki eski kent (Old Town-Stari Grad) görmeye değer güzellikte.
Budva eski kenti 2500 yıllık tarihi bir geçmişe sahip. Adriyatik kıyısındaki en eski yerleşimlerden biri. Bugünkü mimarisine baktığımızda, Kotor eski kentinde olduğu gibi, burada da Venediklilerin izlerini görmekteyiz. Zaten Budva 1420-1797 yılları arasında Venedik Cumhuriyeti’nin hakimiyeti altında kalmış. O dönemde Osmanlı saldırılarına karşı Venedikliler tarafından bugün hala ayakta olan surlarla çevrilmiş. Ardından 1814’den başlayarak 1918’e kadar Avusturya-Macar İmparatorluğu’na bağlanmış. I.Dünya Savaşı ardından Sırpların Budva’ya girmesiyle, kent Yugoslavya Krallığı hakimiyetine girmiş.
Yeni kent ve plajların biraz ilerisindeki tarihi surlar içinde kalan eski kenti (Stari Grad) mutlaka gezmek gerekir. Labirent gibi daracık sokakları, mimari dokusu iyi korunmuş tarihi yapılarıyla çok güzel. Aslında eski kent 1979’da depremden zarar görmüş olsa da, sonradan tüm yapılar orijinal planına sadık kalınarak restore edilmiş.
Eski Kent’te üç kilise bulunuyor. Bunlardan biri bir Ortodoks kilisesi olan, 1804 yılında inşa edilmiş Holy Trinity. Diğeri ise kulesi uzaktan bile fark edilen Vaftizci Yahya’ya adanmış St İvan Kilisesi. Kilise çok eski dönemde inşa edilmiş olsa da, daha sonraki yüzyıllarda birçok kez değişikliğe uğramış. Bugünkü kulesi barok döneme tarihleniyor.
Eski Kenti gezerken Budva Kalesi’ne çıkmak gerekir. Çünkü buradan eski kent manzarası, arka plandaki dağlar ve deniz ile çok hoş. Burada güzel fotoğraf kareleri yakalayabilirsiniz.
Budva’da Yeme – İçme :
Budva’ın özellikle sahilinde birçok restoran var. Eğer balık, deniz ürünleri ya da deniz ürünlü makarna yemek istiyorsanız, benim önerim sahilde manzaralı güzel bir mekana sahip Jadran Restoran. Buranın en eskilerinden. Yemekleri lezzetli, fiyatlar makul. Ayrıca gerek eski kente, gerekse plajlara yürüme mesafesinde.
Surlar içindeki eski kentte de birçok restoran var. Benim buradaki tercihim bir İtalyan restoranı olan Pizzeria Sambra. Pizza fiyatları ortalama 10 euro civarında. Bu ülke için biraz pahalı olsa da, mekan ve yemekler için değer.
Eğer mekanın ve yemeklerin beğenildiği ve aynı zamanda fiyatların oldukça ucuz olduğu bir restoran arıyorsanız, Kuzina’yı kesinlikle öneririm. Bu restoran sahilde değil, iç kısımda bir sokak içinde kalıyor. İki akşam orada yedik ve memnun kaldık. Kaldığımız otele 7-8 dakika yürüme mesafesindeydi. Kalite-fiyat dengesinin çok iyi olması nedeniyle önünde devamlı kuyruk oluyor. Daha doğrusu bizim geldiğimiz saatlerde öyleydi. Çorbalar 2-3 euro, makarnalar 5-6 euro civarında. Tabii başka yemekler de var. Ayrıca servis oldukça hızlı.
*Sveti Stefan :
Sveti Stefan, Budva’ya 6 km mesafede Karadağ’ın küçük bir yerleşimi. Budva’ya gelen hemen hemen herkesin uğradığı güzel bir mekan. Karadağ’ın en fazla fotoğrafı çekilen yerlerinden biri. Budva’dan minibüs ya da taksiyle 15 dakika gibi kısa bir sürede ulaşılıyor. Biz buraya Arnavutluk sınırı yakınındaki Ulcinj şehrini gezdikten sonra gelmiştik. Akşamüstü saat 17.00 dolaylarında geldiğimiz için çok iyi fotoğraf çekme imkanına sahip olamadık. Bu yüzden havanın güzel olduğu sabah saatlerinde gelirseniz, çok daha güzel fotoğraf kareleri yakalayacağınızı düşünüyorum.
Sveti Stefan ilk olarak 15. yüzyılda bir balıkçı köyü olarak kurulmuş. 1442 yılında Osmanlı’nın Balkanlara düzenlediği sürekli seferlerden korunmak için etrafını surlarla örmüşler. Bu küçük yerleşim 19 yüzyılda büyük bir gelişme göstermiş. Nüfusu giderek artmış. Fakat 20. yüzyılın başlarında ekonomik gücünü kaybedince, nüfus göçü de başlamış. 1950’li yıllarda giderek önemini kaybeden köyün turistik bir komplekse çevrilmesi fikri doğmuş. Sonuçta 1960’lı yıllardan itibaren buraya zengin ve ünlü kişiler akın etmeye başlamış.
Günümüzde ince bir geçitle karaya bağlanan adayı Aman Sveti Stefan grubu otel olarak işletiyor. Burası Karadağ’ın en özel oteli. Konukları arasında Hollywood yıldızları, devlet adamları, ünlü sporcular var. Ada her gün rehberli bir turla 12-16 arası 20 euro karşılığında gezilebiliyor. Adayı gezmenin diğer bir yolu ise, buradaki otelin restoranında önceden rezervasyon yaptırarak bir öğlen ya da akşam yemeği yemekten geçiyor. Menüdeki fiyatlar ise bir hayli yüksek. Menüyü incelediğimde, çorbaların 16 euro, makarnaların 25 euro, ana yemeklerin ise 35-40 arasında olduğunu görmüştüm.
Adanın hemen yanında gerek otel müşterilerinin faydalandığı ya da dışarıdan gelenlerin ücret karşılığı faydalanabileceği bir plaj var. Arka tarafa doğru yürüdüğünüzde orada da Villa Milocer diye bir tesis var. Burası bir dönem Yugoslavaya’nın devlet başkanı Tito tarafından da yazlık olarak kullanılmış. Villa Milocer Aman grubunun idaresinde ama orman ve bulunduğu koy halka açık.
Minibüs ile geldiğinizde, aşağıya doğru inerken, tepeden Sveti Stefan’ın kırmızı çatılı taş binalarıyla çok güzel bir panoramik manzarası karşınıza çıkıyor.