Endülüs turlarının vazgeçilmez klasik üçlüsü Sevilla, Cordoba ve Granada’dır. Endülüs’e gelen hemen hemen herkes bu üç güzel şehri görmeden buradan ayrılmaz. Ama ben bu sefer bir istisna yaptım ve programa daha önce gezmediğim Ronda, Cadiz ve Jerez de la Frontera gibi şehirleri alınca, eskiden birkaç kez gitme fırsatı bulduğum Cordoba’yı programın dışında bıraktım. Bu yüzden Cordoba ile bilgileri daha sonra vereceğim.
Sabah saatlerinde Cadiz’den ayrılıp, yolumuz üzerindeki Jerez de la Frontera’yı gezdikten sonra, yine trenle Sevilla’ya devam ettik. Akşamüstü saatlerinde artık Endülüs bölgesinin en büyük ve de en güzel kentindeydik. Sevilla İspanya’nın Madrid, Barselona ve Valencia’nın ardından dördüncü büyük kenti. 700 bin civarında bir nüfusa sahip. Bugüne kadar birkaç kez gittiğim ve her gidişimde de büyük keyif aldığım tarihi bir şehir burası. Kent oldukça iyi korumuş; çok sayıdaki tarihi eseriyle sanki bir açık hava müzesi.
Kent merkezine Santa Justa tren istasyonunu önündeki duraktan geçen 21 ya da 32 nolu belediye otobüsleriyle 15 dakikada ulaşılıyor. Otobüs bileti otobüste alınıyor; 1,40 euro.
Endülüs turunda Sevilla’ya iki gün ayırmıştık. Merkezde Roquecentro adındaki apartman dairesinde kaldık. Burası en çok hoşumuza giden yer oldu. Bir kere ev sahibi İsabel son derece samimi, içten ve güler yüzlü biriydi. Bizi çok iyi karşılayarak gereken ilgiyi gösterdi. Dört kişinin kalabileceği büyüklükteki daire ise tüm beklentilerimizi karşılayacak konfora sahipti. Böyle bir daire için günlük 75 Euro ödedik; üç kişi kalındığında gayet uygun bir fiyat.
Sevilla yürüyerek her tarafını rahatça gezebileceğiniz bir şehir. Buraya minimum iki tam gün ayırmalısınız; çünkü görülmesi gereken epey yer var. Gezmeye başlamadan önce, turizm ofisinden bir şehir planı edinip, kendinize bir rota çizerek kenti gezmekte fayda var; böylece zamanı en iyi şekilde kullanmış olursunuz.
Biz gezmeye nehir kıyısından başladık. Denize kıyısı olmayan Sevilla’dan geçen Guadalquivir Nehri, kente ayrı bir güzellik ve hava katıyor. Kentin 1852’den kalma en eski köprüsü Puente Isabel II’ye çıkarak, buradan çok güzel manzara fotoğrafları çekebilirsiniz.
Kentin merkezi nehrin kuzeyinde kalıyor. Güneyi ise daha çok rezidansiyel alan. Burada bir zamanlar çingene mahalleleriyle ünlü Triana semti var. Eskiden burası flamenkonun mabediymiş. Nehrin diğer tarafı ise boğa güreşlerinin yapıldığı, 14 bin kişilik kapasitesiyle İspanya’nın Madrid’ten sonra ikinci büyük arenasının (Plaza de Toros de la Maestranza) bulunduğu El Arenal semti. Maestranza Tiyatro ve Opera Binası da, yine burada, Altın Kulenin çaprazında kalıyor.
Sevilla sadece tarihi eseriyle göz kamaştıran bir kent değil. Yeşil alanları, güzel meydanları, tapas barları, restoranları, kafeleri, en güzel Flamenko danslarını izleyebileceğiniz mekanları ve ışıl ışıl gecesiyle canlı, yaşayan bir kent. Bu yüzden İspanya’ya gelen herkesin mutlaka ziyaret etmesi gereken yerlerin başında geliyor.
Sevilla’da Gezilecek Yerler :
* Altın Kule (La Torro del Oro) :
Sevilla’nın sembollerinden olan Altın Kule, Fas’tan gelen Almohadlar (Muvahhitler) döneminde, 1220’de inşa edilmiş. Guadalquivir kıyısındaki kulenin, kentin savunmasını nehir tarafından güçlendirmek için, bir gözcü kulesi olarak yapıldığı söylenir.
* İspanya Meydanı (Plaza de Espana) :
Sabah gezimize kent merkezinden yürüyerek ulaştığımız İspanya Meydanı’ndan başladık. Maria Luisa Parkı içindeki bu güzel ve geniş meydan, Sevilla’ya gelen turistlerin ziyaret ettiği yerlerin başında geliyor. Meydan 1929’da düzenlenen EXPO için yapılmış. Yarım daire şeklindeki meydanın çevresindeki seramik panolar, İspanya’nın 50 kentini temsil ediyor. Önündeki gölet üzerinden geçen dört köprü ise, dört büyük krallığı sembolize ediyor. Meydan 1928’de kral III.Alfonso döneminde tamamlanmış.
* Amerika Meydanı (Plaza de America) :
Maria Luisa Parkındaki bir diğer görkemli meydan. Yine Amerika Kıtası ülkeleriyle birlikte İspanya ve Portekiz’in de katılımıyla Sevilla’da 1929’da düzenlenen EXPO için yapılmış. Meydanın sağında neo Rönesans mimari üslubuyla inşa edilmiş Arkeoloji Müzesi, onun karşısında ise neo mudejar tarzında inşa edilmiş Halk Gelenekleri ve Sanatları Müzesi yer alıyor.
* Murillo Bahçeleri – Santa Cruz Mahallesi :
Buraya gün batımına doğru gittik. Alcazar’ın hemen arkasındaki Murillo Bahçeleri’ndeki çeşitli ağaçlar rengarenk çiçekleriyle çok hoş bir görüntü sunuyordu. Bahçe girişinde Kristof Kolomb’un bronzdan gemisiyle bir anıtı yer alıyor. Bilindiği gibi Kolomb 1492’de Amerika’ya Sevilla’dan hareket etmişti. Bahçelere Sevilla’nın yetiştirdiği en ünlü ressamlardan Murillo’nun adı verilmiş.
Bahçenin yanından Santa Cruz Mahallesi’ne çıkılıyor. Daracık labirent gibi sokaklarıyla Sevilla’nın en eski ve en güzel mahallesi burası. 1492’de Yahudiler İspanya’dan çıkarılana dek burası eski Yahudi mahallesiydi (Juderia). Bugün ise avlulu konutları, demir parmaklıklı pencereleri, küçük hoş meydanları, hediyelik eşya satan dükkanları, yemek yiyebileceğiniz ve bir şeyler içebileceğiniz çok sayıdaki restoran ve barlarıyla mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer.
Santa Cruz’un daracık sokaklarından, kentin merkezi olan Virgen de los Reyes Meydanı’na çıkılıyor. Çevresindeki göz alıcı yapıları ve ortasında yer alan çeşmesiyle güzel bir meydan burası. Meydanın kuzeyinde tapas barların ve restoranların sıralandığı Mateos Gago sokağı uzanırken, güneyinde Katedralin meşhur çan kulesi Giralda yer alıyor.
* Katedral ve Giralda :
İspanya’nın en büyük, Hıristiyan dünyasının ise Vatikan’daki San Pietro ve Londra’daki Saint Paul’ün ardından üçüncü büyük katedralini daha önce birkaç kez gezme fırsatı bulmuştum. Bu gelişimde kızım ve eşimle birlikte bir kez gezdim ve yine o göz kamaştıran güzelliğine hayran kaldım.
12.yüzyıl sonlarında Fas’tan gelen Almohadlar’ın yapmış olduğu Ulu Cami yerine inşa edilmiş. Sevilla’nın Katolik Kralların eline geçtiği 1248’den 1400’lerin başına kadar eski haliyle katedral olarak kullanıldıktan sonra, 1401-1506 yılları arasında gotik stilde yeniden inşa edilmiş. Magribi tarzda yapılmış olan camiden geriye katedralin çan kulesi Giralda ile çıkıştaki Patio de los Naranjos (Portakallar Avlusu) kalmış.
98 metre yükseklikteki Giralda, caminin etkileyici güzellikteki minaresi üzerine yapılmış. Şehrin büyüleyici manzarasını tepeden seyretmek için, Giralda’ya rampadan yürüyerek çıkmak gerekir. Ben ilk gelişimde bir kez çıkmıştım; tavsiye ederim. Hem katedrale giriş, hem de kuleye çıkış ücretli.
Katedralin bir köşesinde Kristof Kolomb’un 1899’da Havana’dan getirilen lahdi var. Lahidin etrafında Kastilya, Leon, Aragon ve Navarra gibi dört Katolik krallığı temsil eden heykeller göze çarpıyor.
Katedralin en güzel kısmı Capilla Mayor (Büyük Şapel). Tam merkezdeki şapelin iç duvarları 44 rölyef pano ile süslenmiş.
* Alcazar (Kraliyet Sarayı) :
Katedral ile birlikte Sevilla’nın en çok ziyaret edilen ve görülmeğe değer tarihi yapısıdır. Çoğu zaman önünde uzun kuyruklar oluşsa da, içeride görülecek saray ve bahçeler için bu sıkıntıya değer. Giriş ücretli, 11,50 Euro.
Sarayın ilk yapılışı Kordoba halifesi II.Abdurrahman dönemine (844 yılı) kadar gider. Burası Endülüs Emevi devleti döneminde Sevilla’daki idarecilerin ve ziyaretleri sırasında halifenin rezidansıydı. Sevilla Katolik Kralların idaresi altına girdikten sonra, Kral I Pedro 1364’de eski sarayı kopya ederek, Müslüman ustalara mudejar (İspanyol gotik mimarinin Arap motifleriyle birleşiminden ortaya çıkmış sanat üslubu) tarzında şimdiki sarayı yaptırdı. Burası mudejar üslubun İspanya’daki en iyi korunmuş ve en etkileyici örneğidir. Gerçekten taş oymaları, seramikleri, stükoları ile bir harika. Hayran olmamak mümkün değil.Granada’daki Elhamra Sarayı ile de benzerlikler taşıyor; ondan esinlenilmiş.
Sarayın en güzel mekanlarından biri, kemerli revaklarla çevrilmiş Patio de las Doncellas (Genç Kızlar Avlusu). Bir diğer güzel kısım ise, sarayın en eski mekanlarından biri olan ve ahşap oymalı kubbesi ile dikkat çeken Salon de los Embajadores (Elçiler Salonu).
Saraydan sonra Alcazar Bahçeleri geziliyor. Gerçekten seyrine doyamayacağınız güzellikte bir bahçe.
Burada bahsettiklerimin dışında, Sevilla’da görmeye değer diğer yerler arasında Hospital de la Caridad, San Salvador Kilisesi, Casa de Pilatos, Plaza Nuevo ile Belediye Sarayı, ünlü mimar Santiago Clatrava’nın tasarladığı Alamillo Köprüsü, Macarena ve Triana semtleri sayılabilir.
Sevilla’da Flamenko :
İspanya’ya gelip de Flamenko dans gösterisi izlemeden dönülmez. Bence bunun için en iyi adres Sevilla. Ben de Endülüs turu yaptığım zaman grubuma, bu showu Sevilla’da izlettiriyorum.
Her ne kadar birçok mekan olsa da, bu son gidişimde ilk kez izlediğim bir showdan çok etkilendim. Casa de la Memoria adlı lokalde Flamenko Show günde iki defa yapılıyor. Saat 19.30 ve 21.00’de. Dans gösterisi bir saat sürüyor. Diğer mekanlardaki gibi içecek ikramı yok. Yalnız fiyat çok uygun, kişi başı 18 Euro; öğrenciler ise 15 Euro ödüyor. İşin güzel tarafı küçük bir mekanda yapıldığı için erkek ve kadın sanatçının tüm hareketlerini çok yakından görüp etkileniyorsunuz. Çok beğenilen bu mekanın önünde sürekli kuyruk oluyor. Yerler sınırlı olduğu için önceden rezervasyon yaptırmakta fayda var.
El Palacio Andaluz ve El Arenal, fiyatların çok daha yüksek olduğu ama Flamenko showun yaklaşık 1 saat 30 dakika kadar sürüp; bir içeceğin fiyata dahil edildiği diğer beğenilen mekanlar.
Sevilla’da Yeme – İçme :
Eğer çok uygun fiyata lezzetli tapaslar yemek istiyorsanız, Santa Cruz mahallesindeki Bodega Santa Cruz adlı tapas barı şiddetle öneririm. İlk gidişimizde çok beğendiğimiz bu mekana ikinci gün öğlen yine gittik. Mekan küçük olup, bir de çok tercih edilince epey kalabalık oluyor. Birçok kişi tapaslarını ayakta yemek zorunda kalıyor. Biz şansımıza her iki gidişimizde de oturacak yer bulmayı başardık. İspanya’da genelde geç yemek yendiğinden, öğlen 13-14, akşam ise 19-20 arası gitmenizi tavsiye ederim. Tapasların listesi barın hemen yanındaki panoda fiyatlarıyla birlikte yazılı. Servis çok hızlı.
Tapaslardan sıkılanlar için, Santa Cruz mahallesindeki Osteria L’Oca Giuliva adlı İtalyan lokantasını önerebilirim. Pizza ve makarnaları lezzetli; fiyatlar 9-14 Euro arasında değişiyor.
Ronda’dan Cadiz’e tren bağlantısı yok. Sabah saatlerinde tek bir otobüs seferi olunca, saat 9.30’da kalkacak otobüse mutlaka yetişmemiz gerekiyordu. Otobüs yol üzerindeki birçok küçük kasabaya girip çıktığından, yaklaşık 150 kilometrelik yol 3,5 saat sürdü. Öğlen vardığımız Cadiz’in otobüs terminalinden kentin merkezindeki otelimize kısa bir yürüyüşle ulaştık. Bir gece konakladığımız Pension Espana’yı, odanın küçük olması dışında beğendik.
Cadiz, İspanya’nın güneybatısındaki bir liman kenti. İspanya’nın önemli bir limanı. Kentte gemi yapım üniteleri bulunuyor. Buradan düzenli olarak Kanarya Adaları’na feribot seferleri düzenleniyor. Atlantik Okyanusu’na yüzünü çevirmiş, kendi adıyla anılan körfezde yer alan Cadiz’in her tarafından denize ulaşılıyor. Santa Catalina ve San Sebastian kaleleri arasında yer alan güzel bir kum plajı var. Playa de la Caleta’ya merkezden kısa bir yürüyüşle ulaşılıyor.
Cadiz’in tarihi kent merkezi oldukça küçük. Yürüyerek birkaç saat içinde gezilebiliyor. Yürüyüşünüze kentin merkezi kabul edilen Plaza de San Juan de Dios’tan başlayabilirsiniz. Belediye Sarayı (Ayuntamiento) ile kafe ve restoranların bulunduğu güzel bir meydan burası.
İlk kez Fenikeliler tarafından kurulan Cadiz (o zamanki adıyla Gadir) Avrupa’nın en eski kentlerinden biriymiş. Bugün ise Cadiz daha çok modern bir kent görünümünde olmasına rağmen, birbirini kesen dar sokakları, onlara açılan güzel meydanları (Plaza de Espana – Plaza San Antonio, Plaza de la Mina gibi…) katedrali, kiliseleri gibi bazı tarihi yapıları ve göze hoş gelen mimarisi ile görmeye değer güzelliktedir.
Cadiz’de Yeme – İçme :
Cadiz’de akşam yemeğini merkezde Calle Feduchy üzerindeki La Candela adındaki küçük bir restoranda yedik. Çok değişik tapasları vardı. Yemeklerin lezzeti yerindeydi. Özellikle cheeese cake harika; bugüne kadar yediklerimin en başarılısıydı diyebilirim. Yalnız mekan küçük olduğu ve beğenildiği için, genelde çabuk doluyor. Rezervasyon yaptırmak gerekiyor.
Bir diğer alternatif ise Mini Bar La Tabernita. Sahile yakın bir sokakta bulunan bu küçük mekan sadece akşamları açık. Tapasları hem lezzetli, hem de ucuz.
Cadiz’den Civar Kentlere Ulaşım :
Cadiz – Jerez de la Frontera : Kuzeye doğru, Sevilla istikametinde giderken, Cadiz’e 33 km mesafedeki Jerez de la Frontera gezilebilir. Tren ile yolculuk 45 dakika civarında sürüyor.
Tren Bilet Fiyatı : 4 Euro (2018’de)
Cadiz – Sevilla : Yaklaşık 120 kilometrelik yol, trenle 1 saat 40 dakika sürüyor.
Tren Bilet Fiyatı : 16 Euro (2018’de)
Malaga’dan sonra ikinci durağımız Ronda oldu. Malaga’dan bindiğimiz tren, bizi 1 saat 50 dakika içinde İspanya’nın tarihi ve en eski kentlerinden biri olan Ronda’ya getirdi. İlk kez geldiğim ilginç konumu olan bu şehri doğrusu merak ediyordum. Fotoğraflarını gördüğümde etkilenmiş ve bu yüzden programa almıştım. İyi ki almışım, gezerken gördüğüm yerlerden büyük keyif aldım; çok sayıda fotoğraf çektim.
Trenden indikten sonra, kent merkezindeki otelimize kısa sürede ulaştık. Hotel San Francisco, herkese önerebileceğim bir konaklama tesisi. Fiyatı da çok uygun. Üç kişilik oda kahvaltı hariç 55 Euro.
Otele yerleşmenin ardından, önce öğle yemeğimizi yedik. Ardından zaman kaybetmeden kenti keşfe çıktık. 30 derece dolaylarında sıcak bir hava olmasına rağmen, kenti gezmek zorundaydık; çünkü buraya sadece bir günümüzü ayırmıştık.
Ronda yaklaşık 35 bin kişinin yaşadığı küçük bir kent. Eski kentin tümü yürüyerek rahatça gezilebiliyor. Deniz seviyesinden 750 metre yüksekteki bu kentin ilginç bir konumu var. Aşağıda Guadalevin nehrinin aktığı bir kanyon ve onun yukarısında kayalar üzerine kurulmuş bir şehir Ronda. Bu şehrin konumunu daha iyi anlamak için, kenti ikiye bölen 120 metre yükseklikteki Puente Nuevo’ya (Yeni Köprü) çıkmak gerekir. Buradan seyredeceğiniz manzara tek kelimeyle muhteşem. Eğer kendinizde gerekli gücü buluyorsanız, özellikle gün batımında aşağıdaki kanyona kadar inip, bir de köprüye ve etrafında sıralanmış beyaz evlere oradan bakmanızı öneririm. Gerçekten bu yorgunluğa değiyor.
Ronda’da Gezilecek Yerler :
* Plaza de Toros :
Adından da anlaşılacağı gibi bu meydanda boğa güreşlerinin yapıldığı arena yer alıyor. 1784’de yapılan bu arena, İspanya’daki arenalar içinde en güzellerinden biri. 7 euro ücret karşılığında gezilebiliyor. Boğa güreşlerinin Ronda’da doğduğu ve Endülüs’ün bir diğer kenti Sevilla’da kişiliğini kazandığı söylenir.
Ortada bir boğa heykeli olan meydandan, kayalar üzerinde yükselen beyaz evleriyle kentin güzel bir panoramik görüntüsü hakim.
* Plaza de Espana – Puente Nuevo :
Belediye Sarayı’nın bulunduğu Plaza de Espana’nın hemen bittiği noktadan başlayan Puente Nuevo, 120 metre yüksekliğinde, üç kemerli güzel bir köprü. 1735-1793 yılları arasında yapılmış olan köprü kenti ikiye bölüyor.
* Mondragon Sarayı :
Zamanında Katolik kralların ikamet ettiği bu saray, iki küçük avlusu ve magribi tarzı mozaiklerle süslü revaklı verandası ile görülmeğe değer. Ücret karşılığı ziyaret edilebiliyor. Yalnız biraz erken, saat 15.00 gibi kapanıyor.
* Santa Maria la Mayor Katedrali :
Katedral Ronda’nın en hoş meydanlarından biri olan Plaza de la Duquesa de Parcent’te yer alıyor. 13. yüzyıla ait bir caminin yerine yapılmış olan katedralin çan kulesi, minarenin üzerine konulmuş sekizgen bir kattan oluşuyor.
* Casa del Rey Moro :
18.yüzyıla tarihlenen bu konak, Endülüs tarzı bahçesiyle dikkat çekiyor. Ama asıl ilginç olan, kayaya oyulmuş 365 basamaktan oluşan bir merdivenden vadide akan Guadalevin nehrinin yanına kadar inilmesi.
* Almocavar Kapısı :
Magripliler zamanında (13-14 yüzyıllar) kentin ana giriş kapısıymış. Günümüze kadar çok iyi korunmuş.
* Ronda’da Yeme – İçme :
Öğle yemeği yediğimiz Tropicana, çok lezzetli burgerleri ve özenli servisi ile beğendiğimiz bir mekan oldu. Burger bir Japon sığır cinsi olan Wagyu beeften yapıldığı için, fiyatı biraz yüksek. 14 Euro ödüyorsunuz ama verdiğiniz paraya değiyor. Mekan küçük, ilgi büyük olunca, önceden rezervasyon yaptırmakta fayda var.
Akşam yemeği yediğimiz, kentin merkezindeki Plaza del Socorro’daki La Taberna adlı tapas bar da, tavsiye edeceğim bir diğer mekan. Tereyağında pişirilmiş acılı karides ve sarımsak ve domates sosuyla hazırlanmış bacalao (bir cins morina balığı) çok başarılıydı.
Bugüne kadar rehberlik yaptığım turlarda İspanya’nın Endülüs bölgesine hep Barselona – Valencia – Alicante hattını takip ederek ulaştım. Ama sadece Endülüs ziyaret edilecekse, İstanbul’dan Malaga’ya uçmak en mantıklı seçim olur. Ben de ailemle çıktığım Endülüs’ü kapsayan bu özel gezide aynen öyle yaptım. THY ile İstanbul’dan Malaga’ya uçtum ve turuma Akdeniz kıyısındaki bu sayfiye kentinden başladım.
İspanya’nın güneyindeki Costa del Sol sahil şeridinin başkenti Malaga, 600 bine yaklaşan nüfusuyla Sevilla’nın ardından Endülüs’ün ikinci büyük kenti. Aynı zamanda bir liman kenti. Son derece canlı, cıvıl cıvıl; gündüzüyle de gecesiyle de yaşayan bir kent. Malaga havalimanına geldiğiniz andan itibaren bunu hissetmeye başlıyorsunuz. Malaga Costa del Sol Uluslararası Havalimanı bölgenin en büyüğü. Avrupa’nın çeşitli kentlerinden birçok uçak bu havalimanına iniyor. Özellikle de İngiltere’nin birçok kentiyle bağlantılı charter seferleri var. Dönüşte havalimanında karşılaştığım İngiliz turist yoğunluğu bunu doğrular nitelikteydi.
Haziran ayının bu son haftasında dışarda 30 derece dolaylarında bir hava sıcaklığı ile karşılaştık. Doğrusu İzmir’i hiç aratmıyordu.
Havalimanından Kent Merkezine Ulaşım :
Malaga Havalimanı kent merkezine yaklaşık 8 km mesafede. Eğer kalacağınız konaklama tesisi kent merkezindeyse, buraya ulaşmanın en kolay ve ekonomik yolu, havalimanından metroya binmek. Metro girişindeki otomatik makinalardan alınan bilete 1,80 Euro ödeniyor ve 10 dakika içinde Malaga Centro yani merkez istasyona ulaşıyorsunuz. Metrodan indikten sonra, kalacağınız yere gidebilmeniz için biraz yürümeniz gerekecek. Biz Merced Meydanı’na yakın bir apartman dairesinde kaldığımız için, onbeş dakika civarında yürümek zorunda kaldık.
Malaga’dan Civar Kentlere Ulaşım :
Malaga – Marbella : İspanya’nın güneyindeki upuzun sahil şeridi Costa del Sol üzerinde yer alan bir diğer sayfiye kenti Marbella, Malaga’ya gelenlerin en çok ziyaret ettiği yerlerin başında gelir. Malaga’nın yaklaşık 55 km batısında kalan Marbella’ya otobüsle 45 dakikada ulaşılır. Her gün sıkça otobüs seferi var. Otobüs Bilet Fiyatı Tek Gidiş : 6,55 Euro (2018’de)
Malaga – Ronda : Malaga’ya yaklaşık 115 km mesafedeki Ronda’ya tren ya da otobüs gibi iki alternatif mevcut. Ama bence tren daha uygun. Yolculuk 1 saat 50 dakika sürüyor. Tren Bilet Fiyatı : 14,50 Euro (2018’de)
Malaga – Granada : Malaga’nın kuzey doğusunda kalan Granada yaklaşık 127 km mesafede. İki kent arasında tren bağlantısı yok. Tek alternatif otobüs. Yolculuk 1 saat 40 dakika civarında sürüyor. Otobüs Bilet Fiyatı : 11,57 Euro (2018’de)
Malaga’nın Tarihi :
Ünlü coğrafyacı Strabon’a göre, Malaga ilk kez Fenikeliler tarafından kurulmuş. Ardından Kartacalılar’ın hakimiyetine girmiş; sonrasında ise Romalılar’ın eline geçmiş. 711 yılında Kuzey Afrika’dan gelen Magripliler tarafından fethedilen Malaga, 1487’de Katolik Krallar tarafından ele geçirilmiş. Kısacası kentin tarihi İspanya tarihiyle paralellik gösteriyor.
Malaga’da Gezilecek Yerler :
Malaga’ya baktığımızda, Endülüs’ün vazgeçilmez üçlüsü Sevilla, Granada ve Cordoba kadar göz kamaştıran tarihi yapılarla dolu bir şehir olmadığını, aksine onlara kıyasla daha modern bir şehir olduğunu görürüz. Ama yine de bu şehirde görmeye değer tarihi yapılar, hoş meydanlar, parklar, ziyaret edebileceğiniz müzeler bulunmaktadır. Daha da önemlisi, şehrin o hareketli atmosferi, şehirde hissedilen canlılık sizin kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır.
* Katedral :
Kentin tam merkezindeki katedral, Malaga’nın en görkemli ve önemli tarihi yapısı. Dışarıdan bakıldığında son derece heybetli, etkileyici bir görüntüsü var. 1528’de inşasına başlanan katedralin yapım çalışmaları 1783 yılına kadar sürmesine rağmen, yine de tam olarak bitirilememiş.
* Alcazaba – Gibralfaro :
Kentin merkezindeki bir diğer tarihi yapı ise, ilk yapılış tarihi Romalılara kadar uzanan kale. Kale 9. yüzyılda kentin idarecilerinin rezidansı olarak kullanılmak üzere Kuzey Afrika’dan gelen Magripliler tarafından yeniden inşa edilmiş. Daha sonraları tekrar elden geçerek restore edilen kale, günümüzde etkileyici görüntüsünü koruyor. İçinde küçük bir arkeoloji müzesi barındırıyor.
Kalenin aşağısındaki Roma Tiyatrosu, 1. yüzyılda İmparator Augustus tarafından yaptırılmış. Fakat çok iyi korunduğunu söyleyemeyiz.
* Plaza de la Merced (Pazar Meydanı) :
Çevresindeki kafe ve restoranlarıyla kentin güzel meydanlarından biri. Tam ortada meydana hakim bir dikilitaş yer alıyor. Meydanın yan tarafında ise ünlü ressam Pablo Picasso’nun doğduğu ev var. Bu ev günümüzde müze haline getirilmiş.
* Plaza del Obispo :
Ortasındaki çeşmesi ve çevresindeki restoranlarıyla kentin hoş meydanlarından biri. Bir tarafta katedralin cephesi, diğer tarafta ise piskoposluk sarayı yer alıyor.
Malaga’da diğer ziyaret edebileceğiniz yerler arasında Güzel Sanatlar Müzesi, Picasso Müzesi, Cervantes Tiyatrosu ve Plaza de la Constitution’u (Anayasa Meydanı) sayabiliriz.
Malaga’da Yeme – İçme :
Malaga’da yemek yenebilecek çok sayıda restoran var. Ama Malaga için tek bir adres vermek istiyorum. İlk akşam yediğimiz tapaslardan o kadar memnun olduk ki, son akşam Malaga’da kalırken hiç düşünmeden yine aynı mekana gittik. El Meson de Cervantes, tesadüfen keşfettiğimiz, ama gerek yediklerimizin lezzetinden, gerekse servisinden memnun kaldığımız bir restoran oldu. Malaga’ya gelecek herkese tavsiye ederim.
Hafta sonu akşam gidecek olanların, mutlaka önceden yer ayırtması gerekir. Büyük bir mekan olmasına rağmen genelde zor yer bulunuyor; özellikle de saat 21-22 arası.
Üç kişi paylaşacağımız için, racion ( tapasların daha büyük porsiyonlarına verilen ad) söyledik. “Racion” fiyatları 7-8 Euro civarında. Özellikle Cesar salatayı beğendik. Izgara ahtapot, tavuklu kroket ve siyah pirinçle servis edilen somon da lezzetliydi.
İspanya’daki konaklama tesislerinde sabah kahvaltısı oda ücretinden ayrı olarak fiyatlandırıyor. Bizim gibi otelde sabah kahvaltısı almayacak olanlara La Recova’yı öneririm. Bir diğer alternatif ise Brunchit adlı kafe.
İspanya İtalya’nın ardından Avrupa’da en fazla ziyaret ettiğim ülke. Bask bölgesi dışında, hemen hemen her bölgesini bugüne kadar gezme fırsatı buldum. İlk gidişimi hatırlıyorum, 1997 senesiydi. Eşimle birlikte Barselona’da çok keyifli 4-5 gün geçirmiştik. Daha sonraki yıllarda Barselona başta olmak üzere birçok kez tur götürdüm İspanya’ya. Her gidişimde de ayrı bir keyif aldım ve çok güzel anılarla ayrıldım bu ülkeden. 2011 yılında İspanyolca öğrenmek için gittiğim Salamanca’daki günlerimi ise unutamam. Öğrencilik günlerime geri dönerek, iki ay kaldığım bu şehirde İspanya’nın tadını tam anlamıyla çıkartmış ve bu güzel ülkeyi daha çok sevmiştim. Bu arada İspanya’nın Castilla y Leon ve Galicia bölgelerindeki birçok şehrini de bu dönemde gezmiştim. Nihayet bu senenin haziran ayında bu güzel ülkeye tekrar dönmeye karar verdim. Bu defa eşim ve kızımı yanıma alarak çıktığım bu seyahati sadece İspanya’nın güneyindeki Endülüs bölgesiyle sınırlandırdım. Bana göre Endülüs, İspanya’nın 17 özerk bölgesi içinde en görülmeğe değer olanıydı.
İspanyolların “ Andalusia”dedikleri Endülüs’e yapacağım bu seyahat için 9 günlük bir rota çıkartmıştım. Önce THY ile İstanbul’dan Malaga’ya uçacak ve turu yine bu şehirle tamamlayacaktım. Bu defa programa daha önceki seyahatlerim sırasında görme fırsatı bulamadığım Ronda, Cadiz ve Jerez de la Frontera gibi şehirleri de almıştım.